Quantcast
Channel: Koltukname
Viewing all 354 articles
Browse latest View live

Burçlar ve yazarlar: İkizler

$
0
0

Sırma Köksal’ın 2003’te Radikal Kitap’ta yayımlanan, burçlar üzerinden yazarları inceleyen yazı dizisini, yazarın da izniyle bu yıl Koltukname’de paylaşacağız. Aradan geçen 10 yıldan sonra okurlarca yeniden keşfedilmesi ve sizleri de bizleri ettiği kadar mutlu etmesi ümidiyle.

İkilemlerle Dolu İkizler

Bonatti-Geminiİkizler konusunda gözden kaçan şey İkizlerin çoğul olduğudur. Herkes onların İkizler olduğu için çift kişilikli olduğunu düşünür. Oysa ikiz olmaları herhangi bir konuda bir o fikre bir bu fikre kapılmalarına, “ler” oluşları ise aynı anda binlerce konuya ilgi duymalarına yol açar. Yani İkizler sayısız konuda kafası ikilemlerle dolu bir garip âdemdir.

Lillian Hellman insanların değiştiğini ama değiştiklerini birbirlerine söylemeyi unuttuklarını yazmıştır. Lillian Hellman bu bakımdan tipik bir İkizler’dir. İhtimal ki bu da kendi başına gelmişti, iki arada bir derede değişivermiş, bunu etrafa söylemeyi unutmuştu. Aslında İkizler, konuşma, söyleme, anlatma fırsatlarını kaçırmazlar ama herhalde o sırada tartışacak daha cazip bir konu vardı. İkizler tartışmayı sever. W.B. Yeats, başkalarıyla yaptığımız tartışmalardan retorik, kendimizle yaptığımız tartışmalardan ise şiirin çıktığını yazmıştı. İkizler böyledir. Tartışacak kimseyi bulamasa kendiyle tartışır. Hatta bu konuda kendinin en iyi dostudur. Kafasının içi fikirlerle doludur ve onları tokuşturup durur.

Arthur Conan Doyle insan beyninin aslında istenildiği gibi dayanıp döşenecek boş, küçük bir tavan arası olduğunu düşünürmüş. İkizlerin tavan arası karışıktır, oyuncakçı dükkânı gibidir. Ama yine de orada oturup oyalanmakla fazla zaman geçirmez. Pascal boşuna başımıza gelen kötülüklerin çoğunun odamızda oturmayı bilmememizden kaynaklandığından yakınmıyordu. İkizler dışarıyı da merak ederler. Başkalarının tavan aralarını da karıştırmak isterler. Aslında İkizler tavan aralarını sevdikleri gibi her türlü yüksekliği severler. Thomas Hardy yüksek düşünceli beceriksizleri, becerikli düşüncesizlere tercih ettiğini söylemişti. Bunu tercih etmek için illa da İkizler olmak gerekmez.

İkizler bencil bir burçtur. Hem bencildir hem de daldan dala konar. Jerzy Kosiński bir insandan alabileceğiniz her şeyi alıp sonra da onu unutmanızı tavsiye ederdi. Ama İkizler sık sık acaba almayı unuttukları bir şey kaldı mı diye geri dönmeyi dener. Bir gitme gelme hali yaşanır uzun uzun. Ama İkizler zaten hep bir yerlere gitmektedir, geçerken uğramıştır. Duramaz, gider ama gelirken hep geç gelir çünkü aynı anda olması gereken birkaç yerden biri sizin yanınızdır. Onun için uzun izahatlar yapmak zorunda kalır.

Chesterton bir insanın kendi egosunun gökyüzündeki yıldızlardan daha uzak olduğunu iddia ederdi. İkizler olduğu için söylediğinde doğruluk payı vardı çünkü İkizler şu anda başka bir yerde olması gerektiği kadar başka birisidir de. Hep diğerinin yerine sahneye çıkmış bir oyuncudur. Yıldızların hiç değilse sabit bir yörüngeleri vardır, İkizler’in sabit bir ruh hali yoktur. Böyle kendini sabitleyememiş İkizler konudan konuya, alandan alana atlayıp durular. Bir bakarsınız şarkı söylüyorlar, bir bakarsınız film çekiyorlar. Onlar da yetmez belediye başkanı adayı olur, kitap yazar, köşe yazarlığına kalkışırlar. Bu arada kafaları da karışır soldan sağa, sağdan sola bayrak sallarlar. Genel adları Zülfü Livaneli’dir.

Ama İkizler aklını yeteri kadar kurcalayacak bir konu bulduğunda geri kalan her şeyi unutur ve sadece işine bakar. Hiç edebiyattan başka bir işle uğraşan bir Orhan Pamuk geliyor mu gözünüzün önüne? Mesela filmlerde rol alan, kulüplerde perküsyon çalan? Az bulunur ama bazı kararlı İkizler de vardır, onlar da zaten genellikle başarılı olurlar. Kafka ile Sartre da bu tür İkizler’dendi. Hoş, Kafka gündüzleri avukatlık yapardı ama geceleri sabaha kadar da yazı yazardı. İkizlerin zaten uyku sorunu vardır. Yemekle de sorunludurlar. Ya siler süpürür gibi süratle yerler ya da yemek yemeyi bile unuturlar.

İkizlerin esas alanı iletişim olduğu için genellikle düşünce ve duyguları iletmekte hayli başarılıdırlar. Mesela Anne Frank, II. Dünya Savaşı’nın gerçeklerini küçük yaşına rağmen birçok gazeteciden daha canlı biçimde dile getirmişti. Ama hayat İkizlere her zaman kolaylık göstermez, zaman zaman da maalesef uçar kaçar havai İkizler’in yolu gaz odalarına düşer. Ama zaten mitolojide İkizler’le ilişkilendirilen efsane de Castor ve Pollux kardeşlerdir. Biri ölümlü, diğeri ölümsüz iki kardeş. İkizler, ölümlü olduğunda ölümsüzlüğü, ölümsüz olduğunda ölümlülüğü içinde barındırır. Dante de onun için öbür tarafın yollarını aşındırmamıştı, cennettir, cehennemdir diye.

Ama İkizler o kadar uçar konar ki, bir sonraki burç olan Yengeç kabuğunun derinlerinde saklanıp bekler sırasının gelmesini. İnsan sıradakinin bu kıskaçlı şey olduğunu düşündükçe İkizleri öpüp bağrına basmak ister. Hiç değilse eğlencelidirler.

***

İkizler yazarları:

Lillian Hellman / W.B. Yeats / Sir Arthur Conan Doyle / Blaise Pascal / Thomas Hardy / Jerzy Kosiński / G.K. Chesterton / Zülfü Livaneli / Orhan Pamuk / Franz Kafka / Jean-Paul Sartre / Anne Frank

(Görsel, astrolog Guido Bonatti‘den, 1277 civarı yapıldığı tahmin edilen bir gravür. Diğer burçlar için bkz. Boğa, Koç, Balık, Kova, Oğlak.)


Filed under: Edebiyat, Kitaplar, Yazarlar Tagged: anne frank, astroloji, blaise pascal, burçlar, burçlar ve yazarlar, deneme, franz kafka, gk chesterton, ikizler, jean-paul sartre, jerzy kosiński, lillian hellman, orhan pamuk, sırma köksal, thomas hardy, wb yeats, zülfü livaneli

Bir festival taşınıyor

$
0
0

Dünyanın en büyük rock müziği festivallerinden “Rock am Ring”, bu yıl son kez Nürburgring‘de düzenlenecek. Festivalin ünlü pisti terketmesinin sebebi ise, pistin yeni işletmecisinin, alanda bir başka festival düzenlemeye karar vermesi.

Yaklaşık 30 yıldır Eifel’deki efsanevi yarış pisti Nürburgring, kendi gibi efsanevi Rock am Ring festivaline evsahipliği yapmaktaydı. Ancak organizatör Mark Lieberberg’in açıklamasına göre 2014 yılı, festival için bir dönemin kapanışı olacak. Bir sonraki festivalin nerede olacağı ise henüz belirsiz. Rock am Ring’in ikiz kardeşi Rock im Park ise bu durumdan etkilenmeyecek.

Eifel’deki pistin yeni işletmecisi otomotiv şirketi Capricorn, bir başka organizatörle farklı bir rock festivali düzenlenmesi için sözleşme yapmış durumda. Şirketin yetkilisi Carsten Schumacher, geçtiğimiz günlerde, “Müzik açısından burda bir fark olmayacak, yine büyük yıldızları ve en büyük grupları burada göreceksiniz” sözleriyle müzikseverlere mavi boncuk dağıtmıştı. Ama Rock am Ring’in kapı dışarı edilmesinin ardındaki sebebin para olduğunu da inkâr etmemişti: “Burdan kazanılan para çok az, daha fazlasını elde etmemiz gerekiyor.”

 

Rock am Ring organizatörü Lieberberg, “Bir otomotiv şirketinin bir müzik festivalini ayakta tutmayı becerebileceğine inanmasına gülüyorum. Bence Nürburgring’de müzik festivali konusu artık kapandı. Biz 30 yılda bir marka yarattık, onlar bunu bir yılda başarabileceklerini düşünüyorlar” sözleriyle Capricorn’a öfkesini gizlemiyor. Lieberberg’e göre endişelenecek birşey yok: “Seneye de festival aynı tarihlerde düzenlenecek, sadece nerede, bu belirsiz. Ama çok sayıda alternatifimiz var.” Almanya’nın bir başka meşhur pisti, F1′e de evsahipliği yapan Hockenheimring de evsahibi adayları arasında.

2013 yılındaki festivalde 80 müzik grubu sahne almış, 87.000 izleyici konserlere katılmıştı. Bu elbette ciddi bir ekonomik aktivite anlamına da gelmekte. Nürburg Belediye Başkanı Reinhold Schüssler, frestivalin taşınma ihtimalinin kendilerini şok ettiğini gizlemiyor. Schüssler, durumun geri dönülmez bir ekonomik hasar anlamına geldiğini belirtiyor. 185 haneli köylerinin festival sayesinde büyük bir gelir elde ettiğini söyleyen başkan, durumu üst makamlara da iletmiş. Bölge belediyesi adına konuşan Monika Fuhr ise umutsuz değil: “Capricorn yetkilileri en az Rock am Ring kadar güçlü ve alternatif bir konsept etrafında çalışıyorlar.” (Focus aracılığıyla.)


Filed under: Müzik Tagged: almanya, f1, festival, heavy metal, rock, rock am ring

Necatigil’den Şipal’e: “Yazılmadan kaldı bazı şeyler, gene de yazılmış kadar oldu”

$
0
0

behcet necatigil ve kamuran sipal

Behçet Necatigil ile Kâmuran Şipal, hem özgün eserleri hem de Almancadan yaptıkları çevirilerle tanınan edebiyatçılarımız. Günümüzde Necatigil’in şiirleri çevirilerinin, Şipal’in ise belki çevirileri eserlerinin önüne geçse de, tüm girişimlerinin sonunda paha biçilemez işler ortaya koymuşlardır.

Necatigil’in Şipal’e yazdığı aşağıdaki mektup tam da bu yüzden değerli: bir yazarın, çevirmenin, öğretmenin sürecine ışık tuttuğu için. Teneffüslerde yazılan mektuplar, seçici kurul toplantıları, yeni çıkan kitaplar, çeviri telifleri, kapanan yayınevleri… Belki de tüm bu olan bitene duyulan bir kırgınlık göze çarpıyor Necatigil’in satırlarında.

Bu mektup, Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan Mektuplar (2001; haz. Ali Tanyeri ve Hilmi Yavuz) adlı kitaptan alındı. Behçet Necatigil’in eserleri çoğunlukla Yapı Kredi’den yayımlanıyor; bunların haricinde Varlık’tan çıkan Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, Sel’den çıkan Mitologya Sözlüğü ve Can’dan çıkan Sevgilerde sayılabilir. Çok çeşitli çevirileri içinse buraya bakabilirsiniz. Kâmuran Şipal’in eserleri ise Yapı Kredi Yayınları ve Cem Yayınevi‘nce basılıyor. Çevirilerini ise buradan görebilirsiniz.

17 Eylül 1969

Sevgili Kâmuran,

Dost mektuplarını çokluk aralarda yazıyorum (okullarda, teneffüslerde; vapurlarda giderken; kahvelerde verilmiş molalarda). Yanımda çantam yoksa, kitap falan yoksa, ıslak kirliyse masa, dizime koyarak kâğıdı kâğıtları (çünkü onlar oluyor daima; bir ilhamın ne zaman geleceği hiç belli olmaz), yazıyorum. Bunu belirtmem bir savunma: Senin 3’lerin gözü henüz dolmamış, bir daktilodan çıkma tertemiz mektubuna karşılık; bu satırlar eğri büğrü oluşları önlenemeyerek bir dizin üstünde yazılıyor.

Eylülün 17’sidir: Çok kısa bir süre-başlar güz. Evet, yaz geçti sayılır: Akşamlar serin oluyor. Zaten en sık hatırladığım mısralardan biridir: Kere’deki r’yi ikileyip tekrarlıyorum hep: “İşte bir kerre daha harâb oldu bahçeler.” Ziya Osman, aziz şairim, en çok güz ayları ve kışlarda benimledir.

Saat 6’yı çeyrek geçiyor. Hava birden karardı, tuhaftır birden karardı. Artık “karanlık hâlâ çökmedi” diyemiyorum. Yazın bittiğini bundan anlıyorum: Karanlık birden çöküyor.

Bazı şeyleri hatırlamamam daha iyi: Bir mektubu ve bu mektupta Almanya’da şiir kitabı bastırmak tasavvurunun imkânsızlığını belirten satırları ve bu işin kompetanı sıfatıyla da bir de Yüksel Pazarkaya’ya müracaatı öneren satırları – hatırlamamak iyidir. Brigge’de bir yer vardı: Hiçbir şey olmadı, yok bir şey– Yani bir netice çıkmadı anlamında değil de karşılaşılmış bir zararı inkâr, bir sıkıntıyı küçümseme anlamında: yok bir şey; bir şey olmadı. Kırılan şeyleri unutmak mertliktir.

…………

21 Eylül 1969 – Nice şeyler başlanıyor, bırakılıyor; bitmeleri eşref saatlere bakıyor. Bir yazlık kahvede başlanmış bu mektuba-Pazar, sabah, 7 ½-Haydaparaşa vapurunda devam ediyorum. Bilinmez nerde biteceği. Üç günlüğüne Ankara’ya gidiyorum, Dil Kurumu seçiciler kurulu toplantısına. Denk geldi, gidiyorum. Birbuçuk ayım Sis’e yattı, radyo oyunlarını kitap biçimine soktum. Bir nabız yoklaması kabilinden, sırf Bilgi yayınevine görünmek için gidiyorum Ankara’ya.

Yugsolavya’ya gidemedim, izin gelmedi, geldi de neden sonra, vaktinden 15 gün sonra geldi ve bir işe yaramadı tabii. Gitmiş kadar olmak gar lokantalarında. Ama işte şimdi gidiyorum, üç gün için d eolsa Ankara’ya gidiyorum.

Ve kitabın çıktı, çıktı ama neden sonra. Oğuz sana gönderdiğini söyledi, ben göndermedim. Dört tane aldım senin hesabına, birini Brands’a yolladım, birini bir görüşme dolayısıyla Tarık Buğra’ya verdim, biri duruyor henüz. Dönüşün uzun sürecekse ve göndermeyi vermeyi düşündüğün kişiler varsa yaz isimlerni, ulaştırayım ben. Çok genç hikâyecilerden Selim İleri almış hemen, Karşıdaydı hikâyesi üzerinde muhabbet ve hayranlıkla durdu, konuştuk bir süre. Tebriklerimi paragrafın sonuna bıraktım. Artık neden sonra da olsa yazmamak için bir bahanen de kalmadı işte. Kitap çıktı. Bir kırık duygudur bilirim sahibini bir süre saracak olan.

Vapur beni Haydarpaşa’ya bıraktı. Mektubu gar yolcu salonunda sürdürüyorum. Gar. Kelimede esrarlı bir ahenk var. Gar. Hikâyesini yazmalı. Garlar. Radyo oyunları yattı. Sen gideli ancak üç şiir yazdım. Şiir denirse. Yaz ayları Sis’e yattı. Şimdi Bilgi Yayınevi’ne yaranmak için isterlerse Unamuno’nun hikâyelerini yeni baskıya hazırlayacağımı söyleyeceğim. Yok başka yolu. Oğuz hiçbir şey demedi. Venedik’te Ölüm’den kalan parayı alınca ben de görünmeyeceğim artık. Ankara’dan olumlu bir sonuçla dönmek istiyorum.

Narlıkapı’ya çok gittim bu yaz. Bir ıssızlığı büyütmek için hep. Küskün Yolcunun Türküsü oradan dönüşlerden birinde yazıldı. Garlardaki büyü bir ıssızı duyurmasında olsa gerek.

Heine’den yirmi kadar şiir çevirmiştim. Ama “Her Ülkeden Bir Ozan” serisine F.G. Lorca ile başlamış olan yayınevi kapandığı için sonunu getirmedim. Dursun, ilerde.

Evet, GAR. Yazılmadan kaldı bazı şeyler, gene de yazılmış kadar oldu. Bizlerden sizlere selâmlar, sevgiler.

B. Necatigil

21.9.1969


Filed under: Edebiyat, Kitaplar, Yazarlar Tagged: çeviri, çevirmenler, behçet necatigil, kâmuran şipal, mektup, yayıncılık

Meşhur yapılara uzaklardan bakmak

$
0
0

Seyahatin en önemli öğelerinden biri de fotoğraftır. Kimi meşhur yapılar öyle çok fotoğraflanmışlardır ki, gerçeklerini görmek insanda bir fotoğrafa bakıyormuş izlenimi uyandırır.

İnternette “Giza piramitleri” ya da “Tac Mahal” gibi bir arama yaparsanız, çoğu tarihi yapının da benzer açılardan fotoğraflandığını görebilirsiniz. Bunun sebeplerinden biri, en güzel fotoğrafın tek bir açıdan çıkması olabilir belki. Fakat göz ardı edilen bir başka gerekçe daha var: şehirleşme. Yüzyıllar, bin yıllar önce inşa edilen bu yapılar zamanla şehirle çepeçevrelendiler; kimi durumlarda şehir tarafından yutuldular. Meşhur yapılara uzaklardan bakarak bu anıtların manzaranın bütünü içinde nasıl durduklarını ortaya koyan aşağıdaki çalışmayı işte bu yüzden çok sevdik.

Özellikle Branderburg Kapısı’nın çok ilginç durduğu kanaatindeyiz. Sizin de konuyla ilgili yorumlarınızı bekliyoruz. (This Isn’t Happiness üzerinden Huh. aracılığıyla.)

Tac Mahal

Tac Mahal

Giza Piramitleri

Giza Piramitleri

Stonehenge

Stonehenge

Niagara Şelalesi

Niagara Şelalesi

Branderburg Kapısı

Branderburg Kapısı

Partenon

Partenon

Rushmore Dağı

Rushmore Dağı

Yasak Şehir

Yasak Şehir

Hollywood

Hollywood

Santoron

Santoron

Aziz Vasil Katedrali

Aziz Vasil Katedrali


Filed under: Görsel Sanatlar, Mimari, Popüler Kültür, Sanat Tagged: fotoğraf, meşhur yapılar

Haftadan Kalanlar // 23-29 Haziran 2014

$
0
0

Biraz gecikmiş de olsa geçtiğimiz haftanın notlarıyla karşınızdayız.

* Yazar ve çevirmen Tim Parks’tan çeviri ile çevirmenlerin önemi üzerine, 2010 yılında yazılmış fakat güncelliğin her daim koruyacak olan bir yazı. Biz yeni keşfettik, sizler de kaçırmayın istedik.

* Mısırlıların piramit taşlarını nasıl taşıdığının gizemi çözüldü.

* Ursula K. Le Guin’in Yerdeniz seti %40 indirimdeYerdeniz‘i henüz okuma zevkine erişememiş olanların kaçırmaması gereken bir fırsat.

* Dergilerin kapaklarında, Hollywood filmlerinde ve başka çeşitli mecralardaki kadınların, kadın vücudunun nasıl olması gerektiğine dair sağlıksız bir imge oluşturduğu onlarca yıldır tartışılmakta. Daha tartışılmaya da devam edilmeli. Bu yüzden H&M gibi küresel markaların reklamlarında nasıl tektip bir kadın imgesi oluşturduğunu irdeleyen The Illusionists adlı belgeseli heyecanla bekliyoruz. Fragmanı için buraya bakabilirsiniz.

* Game of Thrones‘da bir sezon daha sona erdi. Vulture, sezon sonunun şerefine Sibel Kekilli’yle Shae ve fantastik edebiyat üzerine konuşmuş.


Filed under: Haftadan Kalanlar Tagged: 26. hafta

Gidemeyenler için seyahat rehberi: A Coruña

$
0
0

Rehberimiz, “Dünyada görülüp gezilecek, yaşanıp tadılacak o kadar çok yer, kültür ve yemek var ki!” diyenler için geliyor. Herhangi bir seyahat rehberine göz gezdirdiğinizde size, havalimanından şehir merkezine gidiş yolunu veya görülmesi gereken belli başlı turistik alanları gösterebilir; fakat sizi yerli halka karıştırmaz. Gidemeyenler için seyahat rehberiyle klasik anlamda seyahat rehberlerinin gözden kaçırdığı ve şehre esas havasını veren detayları paylaşmayı hedefliyoruz.

A-coruna_2306143bİspanya’nın en batı noktası ve kuzeyinde bulunan sahil şehri A Coruña, görenlerin “Burası İspanya mı?” tepkisi vermesine yol açacak kadar sıradışı bir yerdir. İspanya denilince akla gelen sıcak hava dalgası, güneşli gökyüzü, esmer İspanyollar veya aşina olduğunuz İspanyolcanın izini bile bulamazsınız burada. Aslen federal bir devlet olan İspanya’nın Galiçya bölgesine bağlı bulunan A Coruña, İber Yarımadası’nda adeta İngiltere’yi yaşatır size. Yaz kış dinmek bilmeyen yağmuruna rağmen (Galiçyalıyalıların asla kabul etmediği bir durum), güneşin açtığı günlerde Atlas Okyanusu boyunca sere serpe yatabileceğiniz upuzun bir sahil şeridi de bulunur tabii. Sahil olmadan İspanya olmaz.

İber Yarımadası’nda kendi çağında bir yarımada oluşturan A Coruña’da herhangi bir noktadan dümdüz yürüdüğünüzde ulaşacağınız yer yine okyanus olacaktır. Bu yüzden şehirdeki yayan turistlerin kaybolması zor. Nemli havası yüzünden mimarisi de çift korumalı balkonları geliştirmiştir. Liman boyunca uzanan evlerin dış cephesinde göreceğiniz galeri tarzı cam kaplamalar, şehre “Kristal Şehir” adını kazandırmıştır. Dışarıdan baktığınızda hafif hüzünlü ama çok kibirli bir havaya sahiptir şehir. Belki de insanları yüzünden; çünkü Galiçyalılar kibirli kabul edilir.

Galerias

Galerias

İspanya’da 13 farklı dil kullanılır ve İspanyollar bunların lehçeden öte, ayrı birer dil olduğu konusunda ise çok hassastır. A Coruña’da da Galiçyaca kullanılmakta; fakat bu dilin İspanyolcadan çok Portekizceye yakın olduğu söylenebilir. İspanyolca konuştuklarında bile anlamak pek kolay değildir, zira ortalama bir İspanyol’dan beş kat hızlı konuşurlar. Galiçya tarih boyunca Portekiz ve İspanya imparatorlukları arasında gidip gelmiş, her iki kültürden de nasibini almış bir bölgedir. İlginç bir hikâye: Galiçyalılar bir nevi rakip gördükleri Portekizliler tarafından, barbarlık imasıyla “Türk” olarak adlandırılmışlar fakat kadim dostlarımız bu takma ada gücenmek bir yana, onu gurur duyarak taşımışlardır. Bu sebeple de Deportivo A Coruña, her sahasında oynadığı maçta bir Türk bayrağı açmaktadır.

A Coruña’nın belki de en önemli özelliği yemekleri. Güveç balıklarından mı başlamak gerekir, Galiçya usulü ahtapottan mı, yoksa deniz mahsullerini baştan saymalı mı, emin değilim… Öncelikle belirtilmesi gereken, A Coruña’da balığı ızgarada pişirme kültürü yoktur, balık güveçte pişer. Boy boy güveç kâsesi bulabilirsiniz bu şehirde. Okyanustan çıkan balıkların büyüklüğünü bir düşünürseniz, kazan boyutlarında güveç görmeniz de mümkün. Öte yandan deniz ürünleri sınıfında, insan varlığından bile habersiz olduğu, her tür deniz böceğini görür burada. Örneğin percebes. Toplanması sırasında insanların hayatını tehlikeye atarak sofranıza getirdiği bu ürün, hayli yüksek bir fiyata sahip. Okyanus kıyılarında yamaçların dibindeki kayalıklardan toplanır ve Portekiz ile Galiçya kıyılarında çokça bulunur. Erişkin bir insan parmağından küçük boyuttadır, suda kaynatılarak pişirilir ve kabuğu soyularak yenir.

percebes

Percebes

Elbette tüm bunlar, klasik İspanyol mutfağının yanı sıra bulabileceğiniz tatlar. En güzel tapas örneklerini denemek isteyenler için, María Pita Meydanı’ndan sola yüründüğünde görülecek La Bombilla şiddetle tavsiye edilir.

Gırtlağımı biraz tutup gezilip görelecek yerlerden de bahsetmem gerekir tabii. İlk olarak akla gelen, şehrin armasında ve bayrağında da bulunan Torre de Hércules deniz feneri, UNESCO tarafından dünya mirası olarak korunmakta. MS 2. yüzyıldan bugüne ayakta durmakta olan deniz feneri, hâlâ çalışır durumda olan dünyanın en eski deniz feneri olarak biliniyor.

Torres de Hercules

Torre de Hércules

Deniz fenerini geçip Paseo Marítimo üzerinde okyanus kıyısı boyunca ilerlediğinizde 12 adet dikilitaş göreceksiniz. Bunlar Manolo Paz isimli bir heykeltıraş tarafından “Menhires por la Paz” adıyla yapılan “barışa açılan pencereler”dir. Franko döneminde infaz edilen “isyancıları” ve ölümleri anma amacıyla yapılmıştır.

menhires por la paz

Menhires por la Paz

Paseo Maritimo boyunca ilerlerseniz yolun şehre bağlanmasından önce El portiño’da güneşin batışını izlemeniz gerekir. Bir rivayete göre ufuk çizgisinde beliren bulutlar aslında karşı kıyının (Amerika) gölgeleridir.

El portiño

El portiño

A Coruña’yı ziyaret emeniz için en güzel sezon kesinlike San Juan sezonudur. İber Yarımadasında kutlanan ve aslen dinî bir festival olan San Juan’ı, A Coruña’da olduğundan daha canlı görmeniz mümkün değil.

Elbette siz A Coruña’ya gitme ihtimaliniz olursa sezonlara fazla kafa yormayın, fırsatı kaçırmayın. Bizim gibi gidemeyenler için de notlarınızı ve fotoğraflarınızı iletmeyi unutmayın.

“Gidemeyenler için seyahat rehberi”ndeki diğer yerler:

Marsilya

Hasbelkader avukat olmuş olan ezkilinc, plazalardan acısını gezerek, yiyerek, içerek çıkarmayı hedeflemektedir.


Filed under: Uğrayınız: Tagged: a coruña, galiçya, gidemeyenler için seyahat rehberi, ispanya

Televizyondan kitaba — Buffy the Vampire Slayer

$
0
0

TV dizileri edebiyat göndermeleriyle, içinde geçtikleri dönemle, karakterlerin oynadıkları oyunlar, hatta yedikleri yemeklerle meraklı izleyiciyi okumaya sevk edebiliyorlar. Biz de meraklarımıza yenildik ve dizilerden yola çıkan okuma listeleri hazırlamaya karar verdik. “Bu diziyi seviyorsanız şu kitapları da okumalısınız” mantığından yola çıkan bu listeler dizilerle şahsi ilgilerimizin çekiştirdikleri yerlere gidiyorlar ve her zamanki gibi katkılarınıza açıklar.

buffy_the_vampire_slayer_logo-11abucfSeveninin büyük bir tutkuyla sevdiği dizilerden Buffy the Vampire Slayer. Joss Whedon‘ın yarattığı dizi, vampir avcısı olan lisedeki genç bir kızın hikâyesini anlatıyor. Dizinin jeneriğinden alıntılamak gerekirse: “Her nesilde bir avcı doğar: tüm dünyada yalnızca bir kız, seçilmiş kişi. Vampirlerle, şeytanlarla ve karanlığın güçleriyle savaşacak; kötülüğün yayılmasını, sayıca katlanmasını engelleyecek güce ve yeteneğe yalnızca o sahip olacaktır. O, Avcı’dır.”

İşte Buffy, kendi neslinin avcısıdır. Yanında gözetmeni ve bir cadı ile kurtadamı da içeren sıradışı arkadaşlarıyla vampirler ile diğer doğaüstü yaratıkları avlar, çeşit çeşit kötülük planlayanlara engel olur. Buffy‘yi özel kılan elbette bu basit çerçevenin ötesindeki ayrıntılar. Öncelikle vampirlerin ve seçilmiş bir vampir avcısının bulunduğu bir dünyada, iyilik ile kötülük algısının klişeleşmiş olmaması. Dizide saf iyi ile saf kötü bulunmadığı gibi, diğer Hollywood filmlerinden aşina olduğumuz lise tipleri de –ponpon kız, sporcu erkek, popüler grup, inek öğrenci, vb.– birer karikatürden ibaret değil. Tüm karakterler ve olaylar üç boyutlu.

Üstelik tüm bunların yanı sıra dizi müthiş komik! İnce espriler, kelime oyunları, karakterler arasında hızlı paslaşmalar… Gerçekten çok zekice yazılmış bir dizi Buffy. Fantastik bir dünyada geçiyor olmanın tüm imkânlarını nasıl yaratıcı biçimlerde kullandığını merak edenler, Kediler ve Kitaplar’ın “En İyi 10 Buffy Bölümü” yazısına göz atabilirler. (Dikkat! Spoiler içerir.) Diziyi bilip de “Buffy severlere hangi kitapları önerirsiniz?” diye soranlar ise aşağıdaki listemize göz atabilirler.

* Buffy Vampir Avcısı Sezon 8 ve 9 / Joss Whedon / Çev. Çetin Soy / NTV Yayınları

332237_2Elbette başta, Buffy’nin kendisi geliyor. Görünüşe göre bizim gibi Buffy dünyasından bir türlü kopamayan Whedon, dizi bittikten sonra hikâyeye çizgi romanlarda devam edeceğini açıklamıştı. Dizi gibi sezon sezon ve dizinin kaldığı yerden ilerleyen hikâye, çizgi roman formatının televizyona nazaran özgürlüğünden sonsuz ölçüde yararlanıyor. Oyuncularla anlaşma derdi olmadığından eski-yeni birçok karakter yeniden ortaya çıkabiliyor; özel efekt derdi olmadığından çok daha fantastik olaylar ve savaş sahneleri yaşanabiliyor. Sarah Michelle Gellar, Alyson Hannigan gibi oyuncuların dinamiğini haliyle sağlayamamakla beraber, çizgi romanlar Buffy özleminizi bir nebze giderebilir. İşin ilginci, gerçekte nasıl Angel yeni bir diziye dönüştüyse, burada da Angel & Faith adlı yeni bir çizgi roman dizisi başladı. Şu âna kadar Türkçeye ne yazık ki yalnızca Buffy‘nin 8. sezonu çevrilmiş durumda.

Bütün Hikâyeleri / Edgar Allan Poe / Çev. Dost Körpe / İthaki Yayınları

Buffy, kakara kikirisi ve absürt görsel efektleriyle tam olarak gotik bir dizi izlenimi uyandırmasa da aslında temelinde son derece karanlıktır. Dünyayı kötülerden koruması gereken Buffy bile kendi ruhundaki iblislerle boğuşur. İnsan ruhundaki iblislerle boğuşma denilince de akla en başta Edgar Allan Poe geliyor elbette. Kimileri bilimsel gelişmeleri esas alan, kimileri hayal gücüne dayanan ama her halükârda insanın hayata başka bir gözle bakmasını sağlayan bu öyküleri Buffy severlerin kaçırmaması lazım. Öykülerle yetinemeyenler Bütün Şiirleri‘ne de geçebilirler.

* Vampirin Kültür Tarihi / Gülay Er Pasin / Ayrıntı Yayınları

Popüler kültürdeki vampir çılgınlığı daha yakın zamanlara dayanan bir hadise. Buffy‘nin yayınlandığı dönemde vampir kitapları ve filmleriyle çevrelenmiş değildik henüz. Gülay Er Pasin’in kitabı, vampirin kültür tarihindeki yerine bakarak, günümüzde bu kadar arzulanan ve aranan bir nesneye nasıl dönüştüğünü irdeliyor. Marx’ın, kapitalizmin emekçiyi sömürüş biçimini bir vampirin kan emmesine benzetmesiyle vampir imgesinin zenginleştiğini öne süren Pasin’in kitabı, en az kültür tarihindeki vampir kavramı kadar çok boyutlu.

* Gündelik Felaket Teorileri / Marisha Pessl / Çev. Algan Sezgintüredi / Siren Yayınları

Bir başına suçları çözmeye, komplo teorilerini ifşa etmeye çalışan lise öğrencisi bir kız. Buffy pek kitap okumayan, daha çok pop kültürle ilgilenen, eskiden popüler sayılan bir öğrenciyken Gündelik Felaket Teorileri‘nin başkahramanı Blue van Meer edebiyat meraklısı, içine kapanık bir karakter belki ama kendi ayaklarının üstünde durabilme yönünden ikisi de birbirini andırıyor. Daha önce “2013′ten Kalanlar” bölümümüzde de dediğimiz gibi, yok yok, dedirten, içine bir kere daldınız mı bitirmeden çıkamayacağınız bir kitap.

Kötülük Üzerine Bir Deneme / Terry Eagleton / Çev. Şenol Bezci / İletişim Yayınları

Buffy temelinde, genç yaşında gereğinden fazla sorumluluk sahibi olan, tekrar tekrar dünyayı kurtarmak zorunda kalan bir kızı anlatıyor. Ama bu süreçte de iyi ile kötü ayrımını, iyilik ile kötülüğün anlamını irdeliyor. Hiçbir meseleye siyah-beyazmış gibi yaklaşmıyor. Terry Eagleton da Kötülük Üzerine Bir Denemesi‘nde kötülüğü tartışıyor. Edebiyat üzerinden giderek gündelik yaşamda, siyasette, kültürde kötülüğün yerini irdeliyor. Arka kapağından alıntılamak gerekirse, “Kötülük Üzerine Bir Deneme, kısa ve tok, ayak direyen bir vicdani çığlık…”

“Televizyondan Kitaba” dizimizdeki diğer yazılar:

Game of Thrones
Downtown Abbey
The Big Bang Theory


Filed under: Diziler, Edebiyat, Kitaplar, Televizyon Tagged: ayrıntı yayınları, buffy, buffy the vampire slayer, edgar allan poe, gülay er pasin, iletişim yayınları, ithaki yayınları, joss whedon, listeler, marisha pessl, ntv yayınları, siren yayınları, televizyondan kitaba, terry eagleton

Apple’ın uygulama dükkânında bulamazsınız

$
0
0

Akıllı telefonların hayatımızı fethetmesiyle birlikte iPhone’un uygulama dükkânı, İngilizcesiyle “app store”, başlı başına bir kültür öğesine dönüştü. “Her şeyin bir uygulaması vardır” lafı dillere yerleşirken, birçok eşyanın, derginin, şunun, bunun, her şeyin üzerinde “Uygulama dükkânında bulunur” yazıları peydahlandı.

Hyper Island‘dan üç öğrendi, Caio AndradeRafael Ochoa ve Linn Livijn Wexell, uygulama dükkânında aslında her şeye ulaşılamayacağını, hayattaki güzelliklerin bir çoğunun telefon ekranının ardında gizlenmediğini insanlara, özellikle de çocuklara hatırlatmak için bir projeye girişmişler: “Uygulama dükkânında bulunmaz”. Üstünde bu yazının bulunduğu etiketleri salıncaklara, köpeklere, kaydıraklara yapıştıran grup, etiketleri isteyen herkesin kullanabilmesi için internete de koymuş. 1 dolara satın almak isteyenler buraya, bilgisayara indirip çıkış almak isteyenler ise buraya bakabilir.

Başkalarının “Uygulama dükkânında bulunmaz” etiketini yapıştırıp çektikleri fotoğrafları da paylaştıkları Tumblr sitesi de burada. (Colossal aracılığıyla.)

appe-2

appe-4

appe-5

Not-on-App-Store-6

tumblr_n5bkfnfSrE1tycj7ao1_1280

tumblr_n448sieeoi1tycj7ao1_1280

tumblr_n448tgXPUc1tycj7ao1_1280


Filed under: Görsel Sanatlar, Medya, Popüler Kültür, Sanat Tagged: app store, apple, caio andrade, eleştiri, etiket, günlük yaşam, linn livijn wexell, rafael ochoa

Bobby Womack (1944-2014)

2 Temmuz 1993

Dağılmanın on hali

$
0
0

İnsanlar birleşir, insanlar ayrılır…
Hayatın döngüsü bu.
Sonsuza kadar yoldaşlık etmek kolay değil, belki de insan doğası buna müsait değil.
Tıpkı
Lenin ve Stalin,
Professor X ve Magneto,
Nizamülmülk ve Hasan Sabbah
ya da Atatürk ve Kazım Karabekir gibi, tarih, bir zamanlar bir arada olup sonra yolları ayrılan karakterlerle dolu.
Müzik dünyasında da bu durum farklı değil.
Rolling Stones, The Eagles, Aerosmith, Iron Maiden gibi orijinal kadrolarını onyıllarca koruyan gruplar olduğu gibi, olanca başarılarına ve servetlerine rağmen birarada kalamayanların sayısı da çok. Dağılanların hik#ayelerinden küçük bir seçkiyi aşağıda bulabilirsiniz:

1. The Smiths

Dağılma: Grubun gitaristi Johnny Marr, turneler, konserler, kayıtlar arasında koşturmaktan mutsuzdur. Giderek daha çok alkol alan, istediği müziği yapamadığını, yeni arayışlara zamanı kalmadığını düşünen sıkıntılı Marr önce bir süre için, sonra da ebedi olarak grubu terk eder. Marr’ın gidişi The Smiths için yolun sonu gibidir. Kısa süre sonra grup dağılır. Sonra ikili, basın üzerinden atışmaya başlar. Grubun diğer esas oğlanı Morrissey, Marr’ı başka müzisyenlerle yaptığı çalışmalar için suçlar, Marr da Morrisey’i müzikal tekdüzelikle.

Atışma: Epey uzun zaman sonra, 2006 yılında Uncut dergisine, The Smiths’in tekrar birleşmesi hakkında Morrissey şöyle konuşur: “Birleşmek mi? Smiths’i tekrar birleştirmek yerine kendi taşaklarımı yemeyi tercih ederim. Üstelik bunu bir vejeteryan olarak söylüyorum.”

Tekrar birleşme: Tarafların konu hakkındaki görüşleri halen değişmiş değil ve ufukta bir The Smiths birleşmesi görünmüyor. Dua edelim de birbirlerini öldürmesinler.

2. The Fugees

Dağılma: Büyük başarılı The Score adlı albümlerinden sonra, grup üyeleri kendi yollarına odaklandılar. Lauryn Hill, Grammy ödülüne ulaşacak başarılı bir solo kariyere başladı, sonra çoluk çocuğa karıştı; Wyclef Jean, hip hop’ın pop yüzünü temsil etmek üzere çalışmalara girişti; Pras başka müzisyenlerle işbirliğine gitti. Grup kavga gürültü olmadan sessizce dağıldı.

Atışma: Ama işler göründüğü kadar da kardeşçe değilmiş ki, Pras 2007 yılında Billboard dergisine verdiği söyleşide, tekrar birleşme konusu sorulunca, Lauryn Hill’e vermiş veriştirmiş: “Ben ve ‘Clef aynı fikirdeyiz. Ama Lauryn, başka bir yerde ve ben bu boktan çok sıkıldım. Benim Lauryn Hill’le tekrar çalıştığımı görmeniz, George W. Bush ile Osama Bin Ladin’i Starbucks’ta kahve içerken dış politika tartışır halde görmenizden daha zordur.”

Tekrar birleşme: Bileşmek mi ? Fugees’in birleşmesi için pek bir ümit yok. Lauryn ve diğerleri selamlaşmayı bile kesmiş durumdalar.

3. Van Halen

Dağılma: David Lee Roth, çok geçimli bir adam değildi. Ama Van Halen kardeşlerin despotluğu da çekilmezdi. David Lee Roth ile Eddie-Alex kardeşler arasındaki kapışma, 1984′te Sammy Hagar’ın David Lee Roth yerine gruba alınmasıyla sonuçlandı. Ama OU812 gibi görkemli bir albüme rağmen, Hagar’la da grubun arası bozuldu. Ağız dalaşı mı? O elbette sürdü gitti. 1996 yılındaki MTV Müzik Ödülleri töreninde de zirve yaptı.

Atışma: 1996 yılında MTV’ye canlı yayın röportajı veren Van Halen kardeşler, henüz resmen grubun üyesi olan Hagar için, “İş ahlakı yok. Eğer bu grubun üyesiyse, şu an burada olmalıydı değil mi?” derlerken, David Lee Roth için de, “1984′teki David ile bugünkü arasında fark olduğunu bilmek gerek. O zamanlar sadece bizi utandırmamış, seyirciye de hakeret etmişti” şeklinde konuşmuşlardı.

Tekrar birleşme: Yine de, Van Halen kardeşler de, David Lee Roth ve Sammy Hagar da herhalde bu sözlerden çok alınmamışlar. Zira Sammy Hagar 2003′ten 2006′ya tekrar gruba dahil oldu, bir albüme ve bir de turneye katıldı. David Lee Roth ise, 2011 yılında çıkan A Different Kind Of Truth albümü için gruba katılmıştı ve aksi resmen açıklanmadığı göz onun bulundurulursa halen ekibe dahil sayabiliriz. Fakat sürekli ertelenen dünya turnesi hayra alamet değil sanki.

4. Guns N’ Roses

Dağılma: Bu başarılı, karizmatik, çılgın grubun listede yer almaması düşünülemez. Ayrılma sebepleri çok şaşırtıcı değil. Uyuşturucu sorunları, plak şirketleriyle olan sıkıntılar, grup üyeleri arası fiziksel kavga, sanatsal üretimde farklı eğilimler vs. vs. vs. Herkes solo projelere, kendi ilgi alanlarına odaklanırken, Axl Rose, dünyaya inat, kendisinden başka hiç bir orijinal GNR üyesinin olmadığı GNR’yle 10 yıl boyunca didinip bir albüm yayınladı.

Atışma: Birleşme dedikoduları sürekli ısıtılsa da, Axl Rose, kısa süre önce konuya nasıl baktığını bir basın açıklamasıyla belirtmişti: “Bu işleri çok kurcalamayın, uyuyan canavarı uyandırmayın. Herkes önüne baksın. İnsanların yolları ayrılabilir. Hayat size, başkasının, bizim durumumuzda başkalarının üzerinden mutlu son getirmek zorunda değildir.”

Tekrar birleşme: Axl Rose’un Dr. Frankenstein edasıyla can verdiği GNR, şu veya bu şekilde para kazanmaya devam ediyor. Slash, Matt Sorum ve Duff, Velvet Revolver’la gayet başarılı oldular. Sonra her biri kendi başlarına farklı yollarda ilerlediler. Dolayısıyla bir tekrar birleşme senaryosu kısa ya da uzun vadede olası görünmüyor. Zaten “içi dolu fıçıcık” haline gelen Rose’un en iyi günlerinin geride kaldığı ayan beyan ortada.

5. The Smashing Pumpkins

Dağılma: Siamese Dream, Mellon Collie, Gish gibi albümleri çıkaran Billy Corgan liderliğindeki kadro, 13 yıl boyunca turneler, yeni albüm baskıları, mecburiyetler ve tabii uyuşturucu sorunları, bir parça tıkanıklık ve duygusal bir yıpranma yaratmıştı. 2000 yıında grup çalışmalarını durdurmuş, 2005′te Corgan eski ekip yerine yeni yüzleri gruba katarak tekrar Öz-Smashing Pumpkins olarak yola koyulmuştu.

Atışma: Bill Corgan, eski ekibin tekrar toplanmasına yönelik bir soruya, Rolling Stone dergisininin Mayıs 2011 sayısında söyle yanıt vermişti: “Bu asla olmayacak bir şey. Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Aramızda pek iyi diyemeyeceğim şeyler de yaşandı. İşler mahkeme filan gibi saçma boyutlara da ulaştı. Jimmy ve ben düşman değiliz; ama James ve D’arcy’yle tekrar aynı sahnede müzik yapmam mümkün değil.”

Tekrar birleşme: Iha ve D’arcy, kendi işlerine dalmış durumdalar ve Smashing Pumpkins’in son albümü Oceania, Mellon Collie sonrasında Corgan’ın yaptığı en iyi işi olarak değerlendiriliyor. O halde kimse için pek yakın değil diyebiliriz.

6. Black Sabbath

Dağılma: Bu bir yılan hikâyesi aslında. Pek çok git gelden sonra, gitarist Tony Iommy, kansere yakalanmasına rağmen, Ozzy Osbourne, Geezer Butler ve Bill Ward’la orijinal kadroyu 2012′de nostaljik bir turne için toplamayı başarmıştı. Bir konser vermeyi de başardılar. Ancak Ward, kendisine “insan gibi” bir sözleşme sunulmadığını ve çok uzun turneler yapılması planlandığını gerekçe gösterip turneye katılmayacağını açıkladı.

Atışma: Tarih, Black Sabbath’ın birleşip dağılması ve üyelerin atışmalarıyla doludur aslında. Ama son ayrılıktan sonra Ward, kendi internet sitesinde açıklama yapıp nerdeyse okul bahçesinde oyuna alınmayan çocuk gibi hissettiğini belirtmişti: “Planlanan Sabbath konserlerinde yer almak adına son çabalarımdan sonra, anlaşamamış olduğumuzu üzülerek bildiriyorum. Bunu yazmak daha da üzücü. Yoksa, geçirdiği tedavi sürecinden sonra Tony Iommy’yle aynı sahneyi paylaşmak için sabısızlanıyordum. Bunun olmasını çok istedim.”

Tekrar birleşme: Tony Iommy sağlık sorunlarını atlatabilirse, Ward ve diğerleriyle tekrar birleşebileceğinden süphe eden yok. Iommy, giderek daha iyi olsa da, birleşme henüz gerçekleşmedi. Üstelik Ozzy’nin Ward’a pek sıcak mesajlar yollamadığı da ortada. Ward ekibe katılmazsa da, 64 yaşında bir davulcuyu uzun turnelere düşük ücretle katılmadığı için kimsenin suçlaması mümkün değil.

7. Led Zeppelin

Dağılma: John Bonham’ın 1980 yılındaki talihsiz ölümü grubun sonunu getirmişti. Bonham’ın ölümünden sonra grup devam etmeme kararı almış, kavga gürültü olmadan yollarını ayırmışlardı. 2007 yılında John Paul Jones, Jimmy Page ve Robert Plant, babası gibi bir baterist olan Bonham’ın oğlu Jason’ı yanlarına alıp Londra’da bir konser verdiler. Ama gerisi gelmedi; ekip tüm baskılara rağmen bir daha toplanmadı.

Atışma: Aslında bir atışma olduğu söylenemez. Hayattaki Led Zeppelin üyeleri basına birbirleri hakkında pek demeç vermiyorlar. Sadece Robert Plant, geçen yıl Rolling Stone dergisine, “Gerçek şu ki, bir grup yaşlı dangalağın bir araya gelmesi kadar kötü bir şey yoktur. Daha fazlasını yapamayacağımız bir noktaya geldik. Artık bunun bir parçası olmak istemem. Biliyorum, insanlar umursuyor ama benim açımdan durum bu. Yakında caddede karşıdan karşıya geçerken bile yardıma ihtiyacım olacak,” şeklinde depresif bir kaç kelam etmişti, o kadar.

Tekrar birleşme: Plant belli ki kendi solo kariyerine odaklı ve kendi sanatsal yaratıcılığına güveniyor; geriye dönüp başarısız olma ihtimali ona cazip gelmiyor. Diğerlerinin de pek bir arada olmak gibi bir hırsı olmadığına göre, tekrar birleşmeleri sürpriz olur.

8. Oasis

Dağılma: Noel Gallagher, defalarca annesinin evine gidip yuvasına dönmeye ikna edilmişti. Ama son kavgada kardeşine bir moron olduğunu, bir moronla bir arada kalamayacağını söylemiş ve kapıyı çekip çıkmıştı. Sonra işler iyice çirkinleşti. Davalar, kapışmalar basına yansıdı. Hatta Liam Gallagher’ın abisi Noel’e bir gitar sapıyla saldırdığı bile yazıldı. Sonuç, kısa vadede konserlerin iptali, uzun vadede herkesin kendi yoluna gitmesi ve solo projelere dalması şeklinde oldu.

Atışma: Düşman kardeşlerin birbirleri hakkında söyledikleri çok sevimli değil. Noel Liam için, “Elbette Liam’ı seviyorum. Bir kap hazır makarna kadar olmasa da…” derken, Liam 2011 yılında The Independent gazetesine, “Bırakalım Noel kendi işini yapsın ve küçük kardeşi olmadan bir şey beceremediğini fark etsin,” şeklinde konuşmuştu.

Tekrar birleşme: Herkes kendi işine yoğunlaşmış gibi görünse de ve karşılıklı söylenenler geri dönülmez bir yere gelindiğini düşündürse de, burada Oasis’ten bahsediyoruz.

9. The Police

Dağılma: Aslında teknik olarak hiç dağılmadılar. Şöhretleri arttıkça, çoğu zaman olduğu gibi lider rolündeki Sting üzerinde dikkatler toplanmıştı. Stewart Copeland ve Sting arasındaki sanatsal yönelimdeki farklar, Sting’in övgülerin çoğunu toplaması sebebiyle biraz daha artmıştı. Bu gerilim, basın üzerinden yürütülen birkaç diyaloğa da yansıyınca işler tatsızlaştı. Ticari başarıya rağmen grup içi iktidar mücadelesi dışarıdan da görülecek durumdaydı. 1983′te Synchronicity albümü ardından çıkılan dünya turnesi bitince, grup biraz dinlenmek istediklerini açıklayıp kenara çekildi. Herkes kendi solo kariyerine odaklandı ve 1992′ye kadar pek bir arada görünmediler. 1992′de Sting’in nikâhında çaldılar, hepsi buydu.

Atışma: Pek bir atışma olmadı. The Police üyeleri daha çok “kol kırılır yen içinde kalır” tavrını benimsemişlerdi. Söylentilere göre konser kulislerinde atışmaları ve kavgaları sıklıkla duyulmaktaydı ama dışarı pek yansıtmamayı tercih ediyorlardı.

Tekrar birleşme: 2003′te Rock Roll Hall of Fame ödülünü aldıklarında üç parça çaldılar. 2007 Grammy Ödülleri’nde grubu tekrar bir arada gören hayranları sevinçten havalara uçmuştu. Asıl haberse, ertesi gün orjinal kadronun yeni bir dünya turnesine çıkacak olduğunun duyurulmasıydı. Sting’in paraya düşkünlüğü, diğerlerinin de pek başarılı albüm satışları olmadığı bilindiğinden, bu tür bir yeniden ısıtmaya sıcak bakmalarına şaşırmamak gerek.

10. Pink Floyd

Dağılma: Roger Waters, daha 1977′de huzursuzlanmaya başlamıştı. Grubun müzikal üretkenliğinde diğer üyelerin pek katkı vermediğinden şikâyet ediyordu. Aslında diğer üyeler de, Waters’ın patron tavırlarından hoşnut değillerdi. İşler Roger Waters’ın 1978′de The Wall kayıtlarıyla çıkagelmesiyle sarpasardı. Waters tüm sözleri ve besteleri tamamlamıştı, grubun diğer üyelerine stüdyo müzisyeni muamelesi yapmaktaydı. Gilmour, aralarında “Comfortably Numb”ın bulunduğu üç beste yaptı, hepsi buydu. Durumdan hiç hoşlanmasalar da, sözleşmeler, şartlar, kaydedilmesi gereken bir albüm vardı. İpler, 1983′teki The Final Cut albümü öncesi koptu. Waters, yine her şeyi yazıp getirmişti ve Richard Wright’ı grup üyesi olarak albümde istemediğini söyledi; sert tartışmalar sonunda, Gilmour albümün yapımcısı olarak, Wright ise grup harici müzisyenler arasında albüme yazıldı. Pink Floyd, resmen üç üyeli olarak görünmekteydi. Bir yıl sonra Waters gruptan ayrıldığını ve Pink Floyd’un resmen bittiğini ilan etti.

Atışma: Waters’ın Pink Floyd bitti ilanına grubun diğer üyeleri, “Ne bitmesi!” diye yanıt verdiler. Kısa sürmeyecek bir moladan sonra da Pink Floyd olarak A Momentary Lapse of Reason albümünün kayıtlarına giriştiler. Deliye dönen Waters avukatlarının zincirlerini çözdü. Dört bir yandan yasal savaşa başladı ancak diğerlerinin Pink Floyd adını kullanmasını tamamen engelleyemedi. Tek yapabildiği, pembe domuz, tuğla, prizma gibi imgelerin kullanılması durumunda bedelinin kendisine ödenmesi sağlamak oldu. Bu arada demeçler yıllar boyu uçuştu, eski okul arkadaşları birbirleri için ne yeteneksizliği, ne beceriksizliği bıraktılar. Tek teselli, bütün bu atışmaların İngiliz kara mizahını da içermesi oldu.

Tekrar birleşme: Richard Wright’ın geçtiğimiz yıllarda kanserden ölümü sebebiyle artık orijinal kadronun toplanması imkânsız. Ama 2005 yılında bir mucize oldu ve Live8 yardım konserlerinde grup dört parça için bir araya geldi. Tarihe kayıt düşülen bir andı ve asla olmayacağı tüm grup üyelerince ifade edilen bir durum gerçekleşmişti. 2011′de Gilmour ve Mason, Roger Waters’ın The Wall turnesindeki bir konserin kapanışına katıldılar ve yeni bir kayıt için olmasa da kırgınlıkların geride kalması için bir araya gelebildiklerini gösterdiler.


Filed under: Müzik Tagged: ayrılma, black sabbath, dağılma, gruplar, led zeppelin, listeler, müzik tarihi, oasis, pink floyd, the fugees, the police, the smashing pumpkins, the smiths, van halen

Haftanın Eğlencesi: Ünlü karakterler Osmanlı olsaydı

$
0
0

İllüstratör Berk Şentürk, süper kahramanlardan ünlü film kahramanlarına, birçok karakteri Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaşıyormuşçasına resmetmiş. Han Solo’dan Wonder Woman’a, geniş bir yelpaze içeren çalışmada her karakterin bir de Osmanlı adı var. Kimileri diğerlerinden daha başarılı sayılabilecek karakterlerin arasında bizim favorimiz Blues Brothers ile Taxi Driver, ya sizinki?

Şentürk’ün diğer çalışmalarını görebileceğiniz Behance sayfası burada.

fevcul adalet-justice leagueThe Justice League / Fevc-ül Adâlet

solo han ve koca oglan-han solo and chewbaccaHan Solo & Chewbacca / Solo Han & Koca Oğlan

sepbereiadem-batmanBatman / Şepbere-i Âdem

raks-greaseGrease / Rakıs

musikisinas biladerler-blues brothersBlues Brothers / Mûsikişinas Biladerler

merihi sayyadi beser-martian manhuterMartian Manhuter / Merihi Sayyad-ı Beser

lemi ve mahmure-leon and mathildaLéon & Mathilda / Lemi & Mahmure

harika avret-wonder womanWonder Woman / Hârika Avret

hammal-taxi driverTaxi Driver / Hammal

abi adem-aquamanAquaman / Âb-ı Âdem

berk-flashFlash / Berk

bezlegu-jokerThe Joker / Bezlegû

caduger ve kasir-gandalf and frodoGandalf & Frodo / Câdûger & Kasir

cehreimecruh-scarfaceScarface / Çehre-i Mecrûh

cusam-hulkHulk / Cüsam

faiki adem-supermanSuperman / Faik-i Âdem

fanusu ahdar-green lanternGreen Lantern / Fanus-u Ahdar


Filed under: Eğlence, Görsel Sanatlar, Popüler Kültür, Sanat Tagged: çizgi romanlar, çizim, berk şentürk, film karakterleri, illüstrasyon, osmanlı, süper kahramanlar

Haftadan Kalanlar // 30 Haziran-6 Temmuz 2013

$
0
0

tumblr_n5bi9aCpdI1qz6f9yo2_500* Willem Dafoe, Jonathan Safran Foer ve Shalom Auslander, Etgar Keret öyküleri okuyorlar. Ünlü yazarların çeşitli eserlerden okumaları için buraya, kendi kitaplarından okumaları için de buraya göz atabilirsiniz.

* Şeker bağımlılık yapar, derler. Peki bunun doğru olup olmadığını, şekerin vücudumuzda nasıl bir etki yarattığını hiç düşünmüş müydünüz? Nicole Avena, şekerin vücuttaki yolculuğunu bir TED videosunda baştan sona anlatmış. Evet, şeker gerçekten de bağımlılık yapıyor ve beynimizin şekere verdiği tepki, başka bir yemek grubuna verdiği tepkiden ziyade uyuşturucu ya da alkole verdiğini andırıyor. Videoyu buradan izleyebilirsiniz.

* Selim İleri’den Emrah Serbes’e açık mektup. “Bütün kıskançlığımla başarınızı kutlamak zorundayım,” diyor İleri.

* En popüler egzersiz şarkıları hangileridir? Billboard, yaptığı anket sonucunda spor faaliyetine göre en sevilen şarkıları sıralamış.

* Casey Ligon, muzun üstüne yazı yazıyor. (This Isn’t Happiness aracılığıyla.)


Filed under: Haftadan Kalanlar Tagged: 27. hafta

Burçlar ve yazarlar: Yengeç

$
0
0

Sırma Köksal’ın 2003’te Radikal Kitap’ta yayımlanan, burçlar üzerinden yazarları inceleyen yazı dizisini, yazarın da izniyle bu yıl Koltukname’de paylaşacağız. Aradan geçen 10 yıldan sonra okurlarca yeniden keşfedilmesi ve sizleri de bizleri ettiği kadar mutlu etmesi ümidiyle.

Kabuk ve Kıskaç

Bonatti_Cancra_c1300

Yengeç suda yaşar ama balık değildir. Yengeç suda yaşayan, kendi dünyasını kabuğunun içine yerleştiren, bildiğimiz dünyayı da kıskaçlarıyla yakalamaya çalışan bir yumuşakçadır. Yengeç insanı da ilk bakışta yumuşak, son bakışta kabuğunun içine saklanmış, kıskaçlarıyla insanın sinirlerini kaşıyan biridir. Kabuğuna kaçmış bir yengeci orada bırakın, kalsın. Hatta yampirik yampirik çıkmaya çalışırsa siz uzaklaşın.

Yengeç ısıtılıp yenecek bir meze değildir. Çok az Yengeç kafasını kabuğundan çıkarttığında Marcel Proust kadar ilginç olur. O da aslında mızmızın tekiydi, Joyce’un purolarıyla onu öldürmeye çalıştığını düşünüyordu, yakınında bulunmanın eğlenceli olacağı insanlardan biri değildi. Jean Jacques Rousseau da Yengeç’ti ve hiç kimsenin aklına bile getirmediği bir işe kalktığını iddia ettiğinde sözünü ettiği kendi hayatını yazmaktı. İtiraflar gerçekten olağanüstüdür ama Rousseau da hayatın kendine haksızlık ettiğine inanırdı. Yengeç böyledir. Hep hayatın kendisine adil davranmadığına inanır, acı çeker, suçu insanlıkta bulur. 1984 adlı kitabıyla insanlıktan umudu kesmişlerin başucu yazarı olan George Orwell de doğal olarak Yengeç’ti.

Ama Yengeç meraklıdır da. Başkalarının hayatlarını merak eder. Jean Cocteau ölmüş yazarların günlüklerini okumanın onlardan uzun mektuplar almaya benzediğini söylerdi. Yengeç hatırlanmayı, önemsenmeyi, korunup kollanmayı, aranıp sorulmayı sever. Kendi de böyle davranır. Enis Batur bu nedenle denemelerinde okurlarına mektup yazar gibidir. Tüm düşüncelerini, izlenimlerini bıkıp usanmadan aktarır yazılarında.

Duygularını da tabii. Yengeç bir duygu insanıdır, coşkudan karamsarlığa savrulup durur. Kâh Emma Goldman gibi dans edemeyeceği devrimi istemediğini söyleyecek kadar coşkulu ve açıksözlüdür kâh Hemingway gibi iflah olmaz biri. Hemingway maceralı bir hayat sürmüştü ama içindeki karanlığı hiçbir şey avutamamış olmalı ki, sonunda tetiği çekip işi bitirdi. Yengeçler bu yola sık başvurmazlar ama bazen abartıp öyle bir tetiğe dokunurlar ki, ortalık birbirine girer. Maalesef Bush da Yengeç’tir ama yazar değildir. Yazarlar genellikle bu kadar hasar yaratmazlar. Ama onlar da hayalperesttir.

Aslında Yengeçler rüya gördüklerinde, hayal kurduklarında genellikle hoş şeyler yaparlar. Mesela Ahmet Hamdi Tanpınar. Abdullah Efendi’nin Rüyaları’nı yazmıştır. Saint-Exupéry ise Küçük Prens‘i. Yani bütün Yengeçler kötü değildir. Hatta yazar olarak genellikle çok da iyidirler ama yolda, orada burada karşımıza çıkanlarının çekilmez olma ihtimalleri yüksektir. Boynu bükük halleriyle insanda sürekli bir suçluluk duygusu uyandırırlar. Ya da doğrudan huysuzluk ederek yine aynı hedefi tuttururlar. Neyse ki onları hemen Aslan izler de, Yengeç’e maruz kalmanın sıkıntısı biraz hafifler.

***

Yengeç yazarları:
Marcel Proust / Jean Jacques Rousseau / George Orwell / Jean Cocteau / Emma Goldman / Ernest Hemingway / Antoine de Saint-Exupéry / Enis Batur / Ahmet Hamdi Tanpınar

(Görsel, astrolog Guido Bonatti‘den, 1277 civarı yapıldığı tahmin edilen bir gravür. Diğer burçlar için bkz. İkizlerBoğaKoçBalıkKovaOğlak.)


Filed under: Edebiyat, Kitaplar, Yazarlar Tagged: ahmet hamdi tanpınar, antoine de saint-exupéry, astroloji, burçlar, burçlar ve yazarlar, deneme, emma goldman, enis batur, ernest hemingway, george orwell, jean cocteau, jean jacques rousseau, marcel proust, sırma köksal, yengeç

Neruda’nın hiç yayımlanmamış aşk şiirleri bulundu

$
0
0

Pablo Neruda’nın daha önce hiç yayımlanmamış 20 tane şiiri bulundu. Şili’de Nobel Edebiyat Ödülü sahibi şairin çalışmalarının arasında bulunan ve çoğu aşk temasını işleyen şiirler bu yıl Güney Amerika’da, önümüzdeki yıl ise İspanya’da yayımlanacak.

Şiirleri bulanlar, Şili’deki Pablo Neruda Vakfı’nın çalışanları. Şiirlerin 1950 ve ’60′lara dayandığı düşünülüyor. El Pais, şiirlerden aşağıdaki alıntıyı paylaşmış:

Reposa tu pura cadera y el arco de flechas mojadas / extiende en la noche los pétalos que forman tu forma.

İngilizcesinden çevirmek gerekirse: Saf kalçan durağan ve ıslak okların yayı / uzuyor gecenin içinde şeklini biçimlendiren çiçek yaprakları.

Bu 20 şiirin son yıllarda İspanyolca edebiyatta yaşanan en önemli keşiflerden olduğu düşünülüyor.

Neruda’nın yeni keşfedilen aşk şiirleri Türkçede çıkar mı, bilemiyoruz. Nitekim şair Türkiye’de dağınık sayılabilecek bir şekilde yayımlanıyor. Şu an Kuşlar Sanatı ile Kuruntular Kitabı (çev. Alova, Can Yayınları), Bir Yıldıza Övgü (çev. Işık Ergüden, Kırmızı Kedi Yayınevi) ve Yaşadığımı İtiraf Ediyorum (çev. Ahmet Arpad, Evrensel Basım Yayın) adlı kitaplarına ulaşılabiliniyor. Eskiden basılmış ama şu an tükenmiş tüm kitapları için sahaflara bakılabilir. (Jacket Copy aracılığıyla.)


Filed under: Edebiyat, Kitaplar, Yazarlar Tagged: pablo neruda, şiir, şili

Haftanın Eğlencesi: Topsuz futbol

$
0
0

tumblr_m6alytHGoR1rzhpcdo1_500

4 yıllık aradan sonra kavuştuğumuz Dünya Kupası her seferinde göz açıp kapayıncaya kadar bitiyor. Bugün final maçında kimlerin karşılaşacağı belli olacak (gerçi ne Arjantin ne de Hollanda dünkü maçtan sonra Almanya’nın karşısına çıkmak isteyecektir). Biz de Dünya Kupası şerefine tuhaf bir Haftanın Eğlencesi‘yle karşınızdayız: topsuz futbol. “Football minus Balls” adlı Tumblr sitesi, futbol çekişmelerinde topu silince ortaya çıkan komik görüntülerden bir kısmını aşağıda bulabilirsiniz. İyi olan kazansın!

 

tumblr_m6am0remTK1rzhpcdo1_500

tumblr_m6aqw9vOlx1rzhpcdo1_500

tumblr_m6araw4Xzg1rzhpcdo1_500

tumblr_m6arutfrMX1rzhpcdo1_500

tumblr_m6as3fjuaG1rzhpcdo1_500

tumblr_m6cg92NPVe1rzhpcdo1_500

tumblr_m6ecw2HCNI1rzhpcdo1_500

tumblr_m6k0u6I20V1rzhpcdo1_500

tumblr_m6k10zkMcd1rzhpcdo1_500

 


Filed under: Eğlence, Gündem Tagged: dünya kupası, football minus balls, futbol, tumblr

Dünya Barış Manço’yu keşfetmeye gecikmiş de olsa hazır

$
0
0

70′ler batıda pop müziğin sürekli evrimleşerek dünyayı fethettiği yıllardı. Yeryüzünün dört bir köşesinde müzisyenler, disco, rock, heavy metal ya da soul’la kendi estetik anlayışlarını birleştiriyor, yeni bir evreye giren kapitalizmin de onayıyla, batılı müzikte ufuklar durmadan genişliyordu.

Yerel müzikler de bu rüzgârın etkisiyle kendi yollarını aramaktaydı. Nijerya’da afro-beat’ler ortaya çıkarken, Tayland’da oldukça underground bir tür sayılabilecek Luk Thung, ortalığı kasıp kavuruyor, Etiyopya’da özgün bir caz palazlanıyordu. Her ne kadar batı, o sıralarda “dünya müziği” adını alacak yeni bir metayı piyasaya çıkarmamış olsa, bu nedenle kendi dışında olan bitene ilgisi (örneğin Beatles’ın Hindistan ziyareti gibi) nispeten düşük kalsa da, yereller bunu umursamadılar. Zaten batı müziğinin kendi içindeki dinamizm, kitlelerin bitmek tükenmek bilmeyen arayışlarını doyurmaya yetmekteydi; batı kendi müziğini üretip zenginleştirmekle oldukça meşguldü.

Türkiye’de de 70′ler, kendi içinde benzer bir sürecin geçirildiği yıllardı. Batılı enstrumanlarla rock yapmakta olan bir gurup Türk müzisyeninin, “yerel” ve “folklorik”le buluşma arayışları zirvedeydi. Henüz küresel kapitalizmle yeteri kadar bütünleşmemiş, kentli olmamış ve arabeskleşmenin/gecekondulaşmanın erken evresinde bulunan toplumun büyük kısmı kendisine yabancı bu müziğe hiç de sıcak değildi. Çözümü bulmak için çok da uzaklara bakmaya gerek kalmadı. Geleneksel halk müziğinin baş enstrumanı olan bağlamaya elektrik bağlanmasıyla “Anadolu rock” bir anda ülkeyi eline geçiriverdi. Bir yandan oldukça modern bir sound elde edilirken, diğer taraftan geleneksel köklere de sıkı sıkıya bağlı kalınıyordu.

Bu yılların en önemli karakterlerinden biri Barış Manço’ydu. Bugün batı dünyası, bu çok yönlü müzisyeni keşfetmeye hazırlanıyor. Manço’nun 36 yaşındayken kaydettiği, 1979 tarihli beşinci albümü Yeni Bir Gün, dünyada piyasaya sürüldü.

Manço’nun haklı şöhreti, tüm çabalarına rağmen –şaşırtıcı Japonya turnelerini saymazsak– kendi ülkesinin sınırlarını pek de aşamamıştı. Dolayısıyla Yeni Bir Gün de dünyanın bihaber olduğu albümler arasında yerini aldı. Oysa bu büyük ve üzerinde durmaya değer konsept albüm, Anadolu rock adı verilen müziğin evrensel caz müziğine açtığı büyük bir kapı niteliğindeydi. Kılıç Danışman’ın Fender Rhodes’la eklediği enstrümantal pasajlar, tam da bu caz-rock etkilerinin hissedildiği kısımlardı. Ahmet Güvenç’in güçlü bas gitarının da katkısıyla albüm sağlam ve temiz bir sound‘a sahip olmuştu.

Kurtalan Ekspres

Gerçi melodiler oldukça eskiydi ama Barış Manço, sesiyle ihtiyaç duyulan ince dokunuşları yapıp bütünlükleri sağlıyordu. Bununla birlikte albüm, oldukça sıkıntılı ve huzursuz bir onyılı geride bırakmakta olan Türkiye’ye benzer bir tedirginliği de taşımaktaydı. Pek çok Anadolu rock müzisyeni ya ülkeden sürülmüş ya da tutuklanmıştı. Ülke askerî bir diktaya girmek üzereydi. Zarif Yeni Bir Gün, hem toplumsal hem de bireysel kaygıları da taşımaktaydı.

Yeni Bir Gün sonrası Manço’nun Avrupalı bir plak şirketiyle anlaşması suya düşünce, Türkiye’den bir dünya yıldızının çıkması da süresiz ertelenmiş oldu. Oysa uluslararası bir kariyer yapmaya hevesi o yıllarda oldukça yüksekti. Bu hevesi kırılınca, önce daha kolay tüketilir müzikler üretmeye koyulan Manço, ardından TV programcılığına, ardından tatil köyü işletmeciliğine, ardından bir otomobil markasının Türkiye temsilciliğine, ardından da belediye başkanlığı adaylığına kadar uzanan tahmin edilmez bir çizgiye sahip oldu. 1999 yılında kalp krizinden aniden vefat ettiğinde, ülkeyi yasa boğmuştu. Yeni Bir Gün ise yıllarca Türkiye’ye ait bir sır olarak kaldı.

Ancak batıda Anadolu’da esmiş olan rock ve caz rüzgârlarına yönelik yeniden yükselmekte olan ilgi sonucu, garip olsa da, Katalonyalı bir yayıncı olan Guerssen Records, Yeni Bir Gün‘ü geçtiğimiz günlerde LP ve CD formatlarında tekrar yayımladı. Albüm, tüm dünyadaki müzik marketlerde yerini almış durumda. Manço’nun müziğini dünyaya duyurma hedefi, belki de öldükten sonra gerçekleşiyor.

Hatırlatalım, Guerssen Records’un son dönemde albümlerini yayınladığı Türk müzisyenler arasında Edip Akbayram da var.


Filed under: Müzik Tagged: anadolu rock, barış manço, edip akbayram, pop müzik, türkiye

Klasik eserlerin elyazmaları

$
0
0

Elyazmaları güzeldir. Elyazısı kullanımının günbegün azaldığı tablet ve akıllı telefon dünyasında elyazmaları değerlidir. Günümüzde, yazarın eserinin özgün kopyasının, yani yazarın bilgisayardaki Word belgesinin kendi içinde (yani metnin içeriği haricinde) bir değeri olduğu söylenemez. Böylece zaten zaman geçtikçe değerlenen elyazmaları, giderek nadir bir nesneye dönüştükleri için de değerlenirler.

Aşağıda, günümüzde hâlâ sevgiyle ve ilgiyle okunan klasik eserlerin elyazmalarından bir seçki bulabilirsiniz. Ne kadar “çağ dışı” kalacak olursa olsun, zamansızlığını her daim koruyacak bir seçki.

Not: Kitapların Türkçeleri için resmin altında isimlerinin üstlerine tıklayabilirsiniz. (Flavorwire aracılığıyla.)

 

 

 

 

Gazap Üzümleri - John Steinbeck

Gazap ÜzümleriJohn Steinbeck

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Filed under: Edebiyat, Kitaplar, Yazarlar Tagged: antoine de saint-exupéry, binbir gece masalları, charles dickens, charlotte brontë, dünya klasikleri, edith wharton, elyazması, elyazısı, f. scott fitzgerald, franz kafka, gustave flaubert, james joyce, jane austen, jean-paul sartre, john steinbeck, mark twain, sir arthur conan doyle, victor hugo, virginia woolf, vladimir nabokov, william faulkner

Memurlar ve bürokrasi

$
0
0

Bürokrasiyle son derece içli dışlı olmamızı gerektiren bir ülkede yaşıyoruz. İnsanlar sıra beklerken bilgisayarda oyun oynayan memurlar, yukarıdan aşağı gönderildikten sonra aşğıdan yukarı gönderilmeler, “bugün git yarın gel”ler… Hastanelerden emniyetlere, nüfus müdürlüklerinden muhtarlara, bürokrasinin nasıl bir şaka olabileceğine gereğinden fazla aşinayız.

Devlet daireleri bürokrasinin kapısıysa, memurlar da vücut bulmuş halidir. Şimdi, Hollandalı tarihçi ve belgesel fotoğrafçı Jan Banning sayesinde, bürokrasinin bu baş temsilcilerinin dünyanın diğer ülkelerindeki hallerini görebiliyoruz. Paylaşması bizden, yorumlar ve sosyolojik çıkarımlar sizden. (Brain Pickings aracılığıyla.)

Bolivya, polis, 2005

Bolivya, polis, 2005

Bolivya, polis, Potosi, 2005.

Bolivya, polis, Potosi, 2005.

Bolivya, Potosi, 2005.

Bolivya, Potosi, 2005.

Çin, Shandong, 2007.

Çin, Shandong, 2007.

Fransa, Auvergne, 2006.

Fransa, Auvergne, 2006.

Fransa, Auvergne, 2006.

Fransa, Auvergne, 2006.

Hindistan, Bihar, 2003.

Hindistan, Bihar, 2003.

Hindistan, Bihar, 2003.

Hindistan, Bihar, 2003.

Hindistan, Bihar, 2003.

Hindistan, Bihar, 2003.

Hindistan, Bihar, 2003.

Hindistan, Bihar, 2003.

Liberya, 2006.

Liberya, 2006.

Liberya, 2006.

Liberya, 2006.

Rusya, Siberya, Tomsk, 2004.

Rusya, Siberya, Tomsk, 2004.

Rusya, Siberya, Tomsk, 2004.

Rusya, Siberya, Tomsk, 2004.

ABD, Teksas, 2007.

ABD, Teksas, 2007.

ABD, Teksas, 2007.

ABD, Teksas, 2007.

Yemen, 2006.

Yemen, 2006.

Yemen, 2006.

Yemen, 2006.


Filed under: Görsel Sanatlar, Sanat Tagged: bürokrasi, devlet dairleri, fotoğraf, jan banning, memurlar

“Ufaklık” göçüp gitti

$
0
0

“Little” (Ufaklık) lakabı, ona boşuna verilmemişti. Jimmy, gerçekten minyatür bir adamdı. Bunun sebebi ise, diğer iki erkek kardeşinde olduğu gibi Kallmann Sendromu adlı nadir görülen genetik bir bozukluktu. Bu durum, ergenliğinin tamamlanmasına engel olmuş, onun adeta doğal bir kastrato sesine, bir ömürlüğüne sahip olmasına yol açmıştı. “Little” Jimmy Scott, geçtiğimiz haziranda hayatını 89 yaşında kaybettiğinde, halen genç bir “tenore contraltino” sese sahipti.

Jimmy Scott, iniş ve çıkışlarla dolu hayatına 1925′te, on çocuklu bir ailenin çocuğu olarak başlamıştı. Trajik hayatının erken döneminde annesini kaybetmiş, koruyucu bir aile tarafından büyütülürken kilise korolarında şarkı söylemeye başlamıştı. 1940′larda profesyonel kariyerine başlaması gecikmedi. Pek çok müziksever, Scott’ın sesini radyolardan biliyor ve onun bir erkek olduğunu öğrendiklerinde çok şaşırıyorlardı. Etkileyici sesi, zarif yorumları sayesinde 1960′lara kadar da müzik dünyasında tutunmayı başarmıştı. Ancak işler ordan sonra pek iyi gitmedi. Ray Charles’la yaptığı bir işbirliği sebebiyle, kontratı altında olduğu plak şirketiyle düştüğü ihtilaf, Scott’a pahalıya mal oldu.

Hem madden hem de ruhen oldukça zor durumda kalan Scott, 1990′larda tekrar keşfedilmeyi beklemek üzere Clevland’a gitti ve orada otellerde, kafelerde, hastanelerde, bulabildiği her tür işte çalışmaya başladı. 80′lerin ortalarında önce küçük kulüplerde sahnelere geri döndü. Ardından yakın bir dostunun cenazesinde söylediği şarkı, onu müzik yapımcılarına tekrar hatırlattı. Böylece kendini tekrar toparlamaya ve kendisinden söz ettirmeye başladı.

1992 tarihli dönüş albümü, Grammy adayı oldu. Ardından Lou Reed, Bruce Springsteen gibi büyük isimler kendisini albümlerine davet ettiler. Scott, “küçük” bedeninden beklenmeyen bir enerjiyle, sanki kaybettiği yıllardaki açığı kapatmak için, müzik yapmaya, konserler vermeye koyuldu. İstanbul’a da uğradığı turnelerinde, çok sayıda yerde hayranlarıyla buluştu ve o eşsiz sesini duyurdu. En bilinen parçalara orijinallerinden bile daha etkileyici yorumlar getirdi. 78 yaşında beşinci evliliğini yaparken hâlâ hayat doluydu. Zira zaman, Scott için kendini aradığı ve gerçekleştirdiği süreçte bir teferruattı. Bu durumu, “Tanrı’nın beni bu bedene koymasının bir sebebi olduğunu fark ettim. Tek yapmam gereken, kendim olacak cesareti bulmaktı. Onu ortaya çıkarmak, bir ömre maloldu” sözleriyle açıklamıştı.


Filed under: Gündem, Müzik Tagged: ölüm, caz, jimmy scott, lou reed
Viewing all 354 articles
Browse latest View live