Quantcast
Channel: Koltukname
Viewing all 354 articles
Browse latest View live

Turgenyev ile Tolstoy’un düellosu (ve Dostoyevski’nin halleri)

$
0
0
Sergey Levitsky's 1856 photo of Russia's literary establishment. Standing, Tolstoy is in uniform. Below him Turgenev is seated. Standing next to Tolstoy is Dmitry Grigorovich. To Turgenev's right Ivan Goncharov sits; to his left first Alexander Druzhinin, then Alexander Ostrovsky.

Sergey Levitski; 1856. Yukarıdan aşağı ve soldan sağa, Tolstoy, Dmitri Grigoroviç, Alexandr Druzhinin, İvan Gonçarov, Turgenev, Alexandr Druzhinin, Alexandr Ostrovski.

Sevdiğimiz yazarların hayatları da ilgimizi çeker ister istemez. Nerede, hangi dönemde, kiminle yaşadıklarının ötesinde, neye benzediklerikaçta kalkıp yattıkları, en çok hangi kokteyllerden ve hangi atıştırmalıklardan hoşlandıkları, pasaportları, ex-libris’leri, evleri, burçları ve daha niceleri de heyecanla, ilgiyle takip ettiğimiz konulardandır. Dolayısıyla aradığımız şeyi her zaman “ciddi” bir biyografinin sayfalarında bulamayabiliriz. 

İşte tam da bu konudaki açlığınızı giderecek bir kitap, Javier Marías’ın Yazınsal Yaşamlar’ı. Ünlü Yazarların Gizli Yaşamları altbaşlığını taşıyan eser, Faulkner’dan Nabokov’a, Rimbaud’dan Mann’a, “ünlerinin doruğunda”ki ya da “unutulmuşluğun karanlığında”ki birçok yazarın yaşamından kesitler sunuyor. Gelişigüzel seçilen ve herkesin tanıdığı yazarları birer kurgu kişisiymiş gibi ele almak fikriyle yola çıkan Marías, “Anlatılarımda ortaya döktüklerim çok kısmi, dolayısıyla anlattıklarımın olası kesinliği ya da kesinlikten uzak oluşu da, tam olarak neyin söylenip neden söz edilmediğinde saklı,” diyor önsözünde. Söylenenler ise, tam da yukarıda sözünü ettiğimiz ayrıntılar, Conrad’ın monokl kullanması ve şiirden hoşlanmaması; Edith Wharton’ın, telifinin bir kısmının Henry James’den habersiz olarak onun hesabına yatırılmasını rica etmesi; Stevenson’ın, karısına son derece sadık olması; Lowry’nin, bir şeyden korktuğunda bir iple kendini asarmış gibi yapması.

Bizim en çok hoşumuza giden bölümlerden biri de, Turgenyev ile Tolstoy ve Dostoyevski arasındaki husumet. Marías’ın sözleriyle:

İki yazar arasında büyük  farklılıklar ve bir dereceye kadar da arkadaşlık vardır kuşkusuz. Bir tartışmada konu gelip Rusya’nın Batılılaşmasının uygun olup olmadığına dayanınca bu farklılıklar doruk noktasına ulaşır ve Tolstoy, Turgenyev’e meydan okuyarak onu düelloya davet eder, mesele bir-iki çiziğin ardından kutlamayla ve şampanyayla sona ermesin diye de düello silahının tabanca olmasını önerir. Turgenyev özür diler ve iş tatlıya bağlanır ama Tolstoy’un sağda sola onu ödleklikle suçladığını duyunca, bu sefer o Tolstoy’u düelloya davet eder; ancak uzun bir yolculuğa çıkmak üzere olduğu için davetini dönüşüne erteler. Bu kez özür dileme sırası Tolstoy’a gelmiştir, böyle birbirlerini düelloya davet ede-erteleye tam on yedi yıl geçirirler, sonunda düello yapmaktan tümüyle vazgeçerek barışırlar. Tolstoy da Dostoyevski de Batı’da yolculuk ederlerken, varlarını yoklarını kumar masalarında kaptırınca (Dostoyevski saatini bile bırakır), çareyi Turgenyev’e başvurmakta bulurlar. Turgenyev her ikisine de borç verir. Dostoyevski, borcunu ödemekte dokuz yıl gecikir, o da yetmezmiş gibi, durmadan Turgenyev’e saldırmaktan da geri kalmaz. Dostoyevski’nin bu saldırılarını, geçirdiği sara nöbetlerine yoran Turgenyev, bir hasta olarak kabul edip hoş ve hor gördüğü Dostoyevski’yi her defasında bağışlar.

Yazınsal Yaşamlar‘ı Pınar Savaş’ın çevirisiyle okuyabilirsiniz. Marías’ın Yarınki Yüzün üçlemesi ise Roza Hakmen çevirileriyle Metis’te.


Filed under: Edebiyat, Kitaplar, Yazarlar Tagged: düello, fyodor dostoyevski, ivan turgenyev, javier marías, lev tolstoy

Bir fotoğrafla başladı her şey

$
0
0

Sanatçı her şeyden etkilenir, her şey sanatçıya ilham verir. Bir kitap okuyup resim yapanlar, resme bakıp şarkı yazanlar, fotoğraftan ilham alıp şiir yazanlar az olmasa gerek. The New Yorker dergisi, bir fotoğraftan etkilenip şarkı yazan müzisyenlere ait bir liste yayımlamış. Bu listeden en ilginç bulduklarımızı aşağıda okuyabilirsiniz:

1) Crosby, Stills, Nash & Young / “Teach Your Children”

Fotoğraf meraklısı Graham Nash, bir öğleden sonra Santa Clara’daki bir sanat galerisinde sergilenen portreye takılıp kalmıştı. Portre, II. Dünya Savaşı sırasında silah üretcisi olan Alman Arnold Krupp’a aitti. Krupp, muhtemelen sayısız insanın ölümüne yol açmış silahları üretmişti. Nash, bir başka ikonik fotoğrafı, Diane Arbus tarafından çekilmiş “Oyuncak elbombalı çocuk” fotoğrafını hatırlayıp savaş ve çocuklarla ilgili düşüncelere daldı.

O düşünceleri daha sonra aktarırken, “Çocuklarımıza başka insanlarla sorunlarımızı çözmenin daha iyi yollarını öğretmezsek, tüm insanlık lanetlenir,” demişti. Çocuklara öğretmek ve çocuklardan öğrenmek konusunda fikirleri, bir şarkı olmak üzere zaman içinde şekillendi. İşte “Teach Your Children” (Çocuklarına öğret) adlı parça böylece ortaya çıktı ve 1970 yılında yayımlanan Deja Vu adlı Crosby, Stills, Nash & Young albümünde yerini aldı.

2) KT Tunstall / “Suddenly I See”

İskoçyalı müzisyen KT Tunstall, kendini bildi bileli bir Patti Smith hayranıydı. O kadar ki, Smith’in ilk albümü Horses‘ın (Atlar) kapağındaki, Robert Mapplethorpe imzalı meşhur siyah-beyaz portresi, KT Tunstall’ın müzik kariyerinin ilham kaynağıydı. Fotoğrafa bakarken, hayatında ne yapmak istediğini fark etmişti.

KT Tunstall, bu kadar kıymet verdiği Smith ve portresi hakkında 2004 yılında çıkacak ilk albümü Eye to the Telescope‘un dokuzuncu şarkısı olacak “Suddenly I See” (Birden gördüm) adlı parçayı yazmıştı.

3) Billie Holliday / “Strange Fruit”

Abel Meeropop, New York’ta yaşayan Musevi bir öğretmen ve bir aktivistti. 1930 yılının 7 Ağustos günü gazetede Indiana’da meydana gelen olaylara ait fotoğrafı gördüğünde dehşete düşmüştü. Fotoğrafta Thomas Shipp ve Abram Smith adlı iki siyahi genç adam, linç edilmiş ve bir ağaca asılmışlardı. Meeropol bu elim olay hakkında “Acı Meyve” adlı bir şiir yazdı ve bu şiir bestelendi. Parça, sendikalar ve sol kesim tarafından sıkça söylenir olmuş ve “Strange Fruit” (Tuhaf meyve) adını almıştı.

Parça, Billie Holiday‘e önerildiğinde, meşhur şarkıcı hiç düşünmeden kabul etti. Ama Colombia plak şirketi yayınlamayı reddedince daha küçük bir şirketle anlaşıldı. “Strange Fruit”, uzun süre Holiday’in konserlerinin kapanış parçası olmuştu.

“Strange Fruit” 1999’da Time dergisi tarafından yüzyılın parçası seçildi.

4 ) James Taylor / “The Frozen Man”

James Taylor, National Geographic dergisinde antropolog Owen Beattie tarafından çekilmiş, talihsiz bir adamın fotoğrafını görmüş ve çok etkilenmişti. Adam, Kanada’nın kuzeyindeki buzlu suları kat ederek Atlantik’ten Pasifik Okyanusu’na gitmeye çalışan 19. yüzyıl kaşifi John Torrington‘dı.

Fotoğraf, antropolog Owen Beattie tarafından çekildiğinde, Torrington öleli yüz yıldan fazla olmuştu. James Taylor, 1991 yılında hikâyeye kendi hayal gücünü ekleyerek biraz geliştirmiş ve “The Frozen Man” (Donmuş adam) adlı şarkıyı yazmıştı. Sözlerde, Torrington’ın hayata dönüp ailesini araması ve hepsi öldüğü için elbette bulamaması gibi arabesk bir tema vardı. Taylor 2009’da John Torrington hakkında pek bilgisi olmadığını, fotoğrafa bakıp aklından o an geçenleri yazdığını söylemişti.

The New Yorker tarafından oluşturulan listenin tamamına buradan ulaşabilirsiniz.


Filed under: Müzik, Sanat Tagged: billie holiday, david crosby, fotoğraf, görsel sanatlar, graham nash, ilham, james taylor, kt tunstall, listeler, neil young, patti smith, stephen stills

GAP’ten David Fincher imzalı reklamlar

$
0
0
Zosia Mamet'li Dress Normal reklamı, Odakule'de. Fotoğraf: Koltukname.

Zosia Mamet’li Dress Normal reklamı, Odakule’de. Fotoğraf: Koltukname.

İki yıl önce GAP’in yaratıcı yönetmen koltuğuna oturan Rebekka Bay’den beklentiler yüksekti. 2007’de, H&M’in minimalist çizgide giysiler satan alt markası COS’u yaratarak dikkatleri üzerine toplayan Bay’in, tüm Danlığıyla GAP’e eski Amerikan kimliğini geri kazandıracağı umuluyordu. Bay beklentileri boşa çıkarmadı Artı klasikleşmiş bir marka sayılan GAP, gerçekten de beyaz tişörtler ve kotlardan başlayarak eskisi gibi “basitleşti.”

Bay, bu sonbahar yeni bir hamleyle karşımızda: David Fincher yönetmenliğinde reklamlar. Siyah-beyaz olan bu dört reklam filmine, tam da Fincher’dan beklenecek şekilde karanlık ve esrarengiz bir hava hâkim. “Kimse sizi izlemiyormuş gibi giyinin”, “Sizin karmaşıklaştırmanızı bekleyen basit giysiler” ve “Başkaldırı ve riayetin üniforması” gibi spotlar, şu sıralar Odakule’de de görülebilecek geniş çaplı “Dress Normal” (Normal giyinin) kampanyasının bir parçası. Satın almamız istenen kıyafetlerin ve markaların bir yaşam tarzı, kimlik, hatta ilişki biçimi olarak sunulduğu reklam dünyasında ürünün kendisinin ön plana çıkartılması gerçekten hoş bir değişiklik.

Yönetmenliği Fincher’ın yapmış olması da cabası. (HUH. aracılığıyla.)

 

 

 

 


Filed under: Giyim Kültürü, Sinema, Yönetmenler Tagged: david fincher, dress normal, gap, rebekka bay

Haftanın Eğlencesi: Dünyanın en meşhur gitarları

$
0
0

1

Daha önce “Meşhur Gözlükler” adlı çalışmasını paylaştığımız Federico Mauro, Ferzan Özpetek’le de çalışmış, bol ödüllü bir İtalyan tasarımcı. “Meşhur Gitarlar”da, adından da anlaşılabileceği üzere, dünyanın meşhur gitar üstadlarının gitarlarının ilüstrasyonlarını derlemiş. B.B. King’den Hendrix’e, Mark Knopfler’den Paco de Lucia’ya çok sayıda gitaristin özel gitarlarının portreleri aşağıda. Biz özellikle solaklarınkinden hoşlandık. Sizin en çok hangilerini sevdiğinizi de yorumlara bekliyoruz. Mauro’nun diğer çalışmaları için internet sayfasını ziyaret edebilirsiniz.

2db11f4decf010e3004da2a8a3acf476

4ee8f9acf42ef99451a2c285a82eb31b

11f8bbda6e02e4b5ee78df7d380cd54b

20d1a2b006a26e5ad6f51da172372c3c8

58c7e9904f02246b837119c919c78185

61b888f95662949729dea7a848abce0e

0482ea99a3ab91705358fb2f2fe06c8c

1494fd7851cef7a7de089563d56b457f

6995eee6f8c339c3d6d4ff14f9edacb0

7998bd7861bf88ab54223e0caa4be5d3

72798e805dab405f3f8249a9163ada4c

78946db04626fdc585dc8fe5d576f045

943726e8bc1aeca30a20a4602ad22f7e

6204843d29bb27ac4a45728138ef49ed

a3fbea9b64a11bdd706556ed28bd8d02

ae6e34ed6ffe77ee9e6934ca6f709434

afa35ee5270ce799a725f81deacc5e82

baa9cb6d85861e56203d716aedae6d48

ceda6154dd21d10f77985709e309ea2b

d4488f581be9fd64b1bbebed8b933247

d008870a1645f0b15a560ffadf6cdc38

ddd7cb040e6e433e007adf58244b8443

e8f35313d836dd6f879359598df2f2b3

e84e308e7f6e2df898b7324caa2e2e9f

e128a5a55f8e9de9ac7bc7ce87e21b02

f975d16cfbb54ef1acc0b9fb7f680f24


Filed under: Eğlence, Görsel Sanatlar, Müzik, Sanat Tagged: federico mauro, gitar

Spike Jonze’dan Karen O için doğaçlama müzik klibi

$
0
0

Karen O, Spike Jonze

Being John Malkovich ve Adaptation. gibi filmleriyle tanıdığımız yönetmen Spike Jonze, geçtiğimiz haftalarda New York Moda Haftası’nda Opening Ceremony için tek perdeli bir oyun sahneye koymuştu. Jonze, fırsattan istifade, Her filminde birlikte çalıştığı Karen O‘nun yeni albümünden bir parça için doğaçlama bir klip çekmiş. Crush Songs‘da yer alan “Ooo”nun klibinde Elle Fanning yer alıyor. Jonze klip hakkında şunları söylüyor:

Bu hafta sevgili dostum Karen, çok kıymetli, şahsi, aşk ve kalp kırıklığı parçalarıyla dolu, Crush Songs adındaki ilk solo albümünü çıkarıyor. Bu şarkıları birkaç yıl önce çok özel bir şekilde, doğaçlama olarak yatak odasında tek başına yazdı; öyle ki, geleneksel bir şekilde hazırlanmış bir albümden ziyade, onun yüreğinden gelen, savunmasız yakalanmış fısıltıları andırıyor bu albüm. İşte bu yüzden pazar günü, Met’te prova ve ışıklandırma yaparken verdiğimiz on dakikalık arada, Karen için albümü gibi son derece doğaçlama bir “müzik klibi” çektik. Elinizin altında bir opera binası, bu şarkı ve Elle Fanning varsa fırsatı kaçırmamalıymışsınız gibi geldi bana. Bu yüzden Karen’ı yeni albümü için tebrik etmek adına ona bu sürpriz hediyeyi hazırladık. Bu klibi sizlerle aynı anda izleyecek. Umarım beğenirsiniz.

Herkesin Spike Jonze gibi arkadaşlara sahip olması temennisiyle, işte söz konusu klip. Karen O’nun Her filmi için yazdığı harikulade “Moon Song”u ise buradan dinleyebilirsiniz. (HUH. Magazine aracılığıyla.)


Filed under: Müzik, Oyuncular, Sinema, Yönetmenler Tagged: doğaçlama, elle fanning, karen o, klipler, spike jonze

Haftadan Kalanlar // 15-21 Eylül 2014

$
0
0
Görsel: James Gurney.

Görsel: James Gurney.

Downton Abbey‘nin yeni sezonu başlamak üzere. Peki bu reklam fotoğrafındaki yanlışı bulabilecek misiniz?

* Kulaklarınızın kaç yaşında olduğunu hiç merak etmiş miydiniz? Dilerseniz şu YouTube videosuyla test edebilirsiniz.

* Dinozorların dadıları varmış!!!

* İstanbul’da yaşanan kuraklık yüzünden ortaya çıkan su skandalları malum. Musluklar bu yaz, nereden geldiği belli olmayan, kokan, koyu renklerde akan sularla şenlendi. Ee, Melih Gökçek geri kalır mı, hemen Ankara’nın suyunu da bir rezalete döndürme ihtiyacı hissetti. “Musluk suyu içebilirsiniz” kampanyası dahilinde kaç kişinin hastanelik olduğu hiç açıklanmayacak; ama sebebini, şu vatandaşın yaptığı deneyi izleyerek öğrenebilirsiniz. Dikkat, mide bulandırır, öfkelendirir.

Veronica Mar âleminden güzel haberler gelmeye devam ediyor. Filmden sonra şimdi de bir spin-off dizi başlıyor. Aslında Dick Casablancas karakterini oynayan Ryan Hansen’ın, Play It Again, Dick adlı bir spin-off çekme çabalarını konu edecek olan internet dizisinin ilk fragmanı yayınlandı.

* Son olarak, 11 Ekim’de SNL‘i sunacak olmasının şererfine, Bill Hader’ın şov boyunca yaptığı tüm taklitler.


Filed under: Haftadan Kalanlar Tagged: 38. hafta

Yetim Ülke’den bir barış çığlığı

$
0
0

Gazze’de olup bitenler, dünyanın nasıl bir cehenneme dönüştüğünü bir kez daha gösterdi. Masum insanlar, siviller, çocuklar, tüm dünyanın gözleri önünde öldürüldü, binlerce insanın yaşam alanı yok edildi, hayat şartları kabul edilmez seviyeye indirildi. Bütün bunlar, İsrail devletinin iradesi ve dünyanın icazetiyle gerçekleşti. İsrail, yarattığı ve sürdürdüğü şiddet dalgasıyla elde etmek istediği sonucu aldı mı bilinmez; ama antisemitizmi körüklediği apaçık ortada.

Oysa İsrail devletinin şiddet politikasına İsrail’de de tavizsizce karşı çıkanların sayısı az değil. İsrail’den çıkan önemli heavy metal gruplarından “Orphaned Land”de, yıllardır sürdürdüğü barış yanlısı tavrıyla muhalifler arasındaki yerini aldı.

“Oprphaned Land”, progresif metal tarzında müzik yapmakta ve doğulu bir tınıya sahip olmasına sebep olan yerel enstrümanlardan da bolca faydalanmakta. Son albümleri All Is One‘ın kapağında da üç semavi dinin sembollerini bir araya toplanmış. Grubun hem şarkı sözlerinde hem de sanat tasarımlarında barış, bir arada yaşam ve insanlık kavramları ana temayı oluşturmakta.

Geçtiğimiz yıl Filistin’den bir müzik grubuyla Avrupa turnesine çıkan “Orphaned Land”in dünyanın her tarafında büyük bir hayran kitlesi var. Gerçi, şu ana kadar konser verdikleri ağırlıklı nüfusu müslümanlardan oluşan tek ülke Türkiye, ancak ülkelerinden kalkıp konserleri takip etmek için Avrupa’ya giden arapların sayısı da oldukça fazla. Grubun solisti Kobi Fahri, yine geçen yıl Rolling Stone dergisinin yaptığı bir söyleşide kendilerine yönelik olası protestolar sorulunca, “Birlikte yaşıyoruz, birlikte çalıyoruz ve siyasetçilerin söyledikleri sebebiyle birbirimizi kırmıyoruz,” demişti.

Fahri, geçtiğimiz günlerde İsrail’in Gazze saldırılarını bir gazeteye, “Tüm hayatımız boyunca insanların birarada yaşaması için müziğimizle çabalayan bizler için bu yaşananlar dehşet verici” şeklinde yorumladı. Fahri, Ortadoğu’daki tarafların hepsine karşı eşit bir eleştirel tavır ortaya koyduklarını hatırlatıp, “Tarafların hiçbiri suçsuz değil ama hepsi karşısındakini suçlamak için her fırsatı kullanıyor, oysa sıradan insanların tek istediği basit ve normal bir yaşam sürmek” şeklinde sözlerine devam ediyor.

Fahri’ye göre ufukta bir barış görünmüyor. Çatışmasız bir ortam sağlansa da, şiddetin her an tekrar başlayabileceğinden endişeli: “Kafalarımızda ve düşüncelerimizde değişiklik olmadan başarı sağlamamız imkânsız. Bunun için örneğin hafta sonları İsrailli ve Filistinli çocukları bir araya getirmek ve kaynaşmalarını sağlamak, böylece daha çocukken birbirlerinden bir farkları olmadığını öğretmek iyi bir başlangıç olabilirdi. Gerçekten bir şeyleri değiştirmek için herkesin önce yaşamın kutsallığında birleşmesi gerekiyor ve bu maalesef şu an bir ütopya gibi.”

Grubun Kudüs’te 21 Ağustos’ta verdiği konserin biletleri saatler içinde tükenmişti.


Filed under: Gündem, Müzik Tagged: barış, filistin, heavy metal, israil, orphaned land

2013’ün en iyi 50 kitap kapağı

$
0
0

Design Observer’ın her yıl yaptığı 50 Books/50 Covers (50 Kitap/50 Kapak) yarışmasının 2013 sonuçları açıklandı. Her yıl yapılan yarışma, son iki yıldır her dilden yayımlanmış kitaplara açık. Seçilen kapakların arasında, geçen yıl da olduğu gibiGeray Gencer‘in bir çalışması (İyi Hisset, Patrick Holford, Çev. Elif Ayla, Doğan Kitap), ayrıca Utku Lomlu‘nun Berlin-Aleksander Meydanı (Alfred Döblin, Çev. Ahmet Arpad, Everest Yayınları) için yaptığı kapak da bulunmakta.

Berlin-Aleksander Meydanı‘nın kapağını her zaman çok beğenmiştik. Ayrıca seçilenler arasında üstünde kitap adı yazmayan iki tane kapağın bulunması gerçekten çok ilginç. Biri, J.M Geever’ın Black Cat (Kara Kedi) kitabı. Diğeri ise gördüğümüz anda vurulduğumuz bir kitap, Orwell’in 1984‘ü. Penguin Books, yanılmıyorsak Orwell’in 110. doğum yıldönümü için hazırlatmıştı bu özel kapağı.

Yine de genel olarak 2012’de daha başarılı kapaklar var gibiydi. Sizin düşüncelerinizi de yorumlara bekliyoruz.

22-4967-NineteenEighty-F

29-5120-Word-Gate_Cover.

47-4040-PsychoSexual_Sta

95-3930-StudioBlue_KAM-0

124-8974-The_Feel_Good_Fa

148-7816-kill13294_front.

168-405-978-0-307-70158-

219-2715-aestheticBrain.j

226-2729-This-Close

257-7137-KatyaMezhibovska

266-9047-Ametsuchi_Cover_

282-3975-9781476744834.jp

287-5257-9781451673265_2.

288-4599-9781476726595_3.

289-765-BeatlVStone

300-3680-LAP_1

WasteLandFullMech.indd

Shady Characters Mech 3p_r3.indd

Guide for the Perplexed Mech 5p.indd

356-2164-Delapava_Persona

357-1427-WhatFamNeeded_Je

372-8993-SolutionLove_Fro

380-capote

387-696-The-Art-of-Lying

388-5914-978-0-8129-9341-

393-1504-UnitedStatesofPa

397-8864-Black-Cat-front-

400-6100-978-1-4000-6788-

440-1628-JanelleLynch-Bar

444-5789-DoctorSleep

468-2229-UnknownPleasures

490-3819-9780142422595_Ma

493-8634-The-Book-of-Heav

499-7207-9780143123736_Na

514-3083-thestoryofmypuri

522-4074-Aristotle-and-Bl

525-2043-EmptyChair_Final

541-2703-BND_BeatlesSolo1

ApologyCoverFINAL

berlin aleksander kap pdf

This_cvr_r1.indd

565-9434-TheReturn_Christ

568-7046-Guide

581-9493-Cruzvillegas_cov

583-1693-9_Artists_cover.

9780143124672_MobyDick_HC.indd

598-782-Brave-Genius

599-622-The-Dinner

601-7769-Last-Winter-of-D

603-3601-Elders_HC


Filed under: Görsel Sanatlar, Kitaplar, Sanat Tagged: 50 books/50 covers, ödüller, design observer, geray gencer, grafik tasarım, kitap kapakları, utku lomlu

Burçlar ve yazarlar: Terazi

$
0
0

Sırma Köksal’ın 2003’te Radikal Kitap’ta yayımlanan, burçlar üzerinden yazarları inceleyen yazı dizisini, yazarın da izniyle bu yıl Koltukname’de paylaşacağız. Aradan geçen 10 yıldan sonra okurlarca yeniden keşfedilmesi ve sizleri de bizleri ettiği kadar mutlu etmesi ümidiyle.

Terazi’nin Hüznü

Bonatti-LibraScott Fitzgerald eylemin karakter olduğunu söylemişti ama bu, durumu tam açıklamaz. Böyle söylenince kararlı bir şeyden söz ettiği sanılıyor. Oysa Terazi’nin eylemi salınmadır, yani eylem değil, harekettir. T.S. Eliot biraz daha geniş açıklamaya çalışmıştı: “İnsan olduğumuza göre yaptığımız her şey ya iyi olacaktır ya da kötü. Bu durumda ister iyi şeyler yapalım ister kötü, insanız işte; hem kötü de olsa bir şeyler yapmak hiçbir şey yapmamaktan iyidir, böylece hiç değilse var oluruz.” Ama bu da fazla karmaşıktır. Aslında şunu söylemek istiyordu: Terazi’yiz işte, durduğumuz yerde duramayız.

Terazi durmaktan nefret eder, durmak ona huzura ermeyi değil ölümü çağrıştırır, ölüm ise en baş edemeyeceği şeydir. Graham Greene maneviyatın, merakın kaybolmasıyla gelişen hüzünlü bir bilgelik olduğunu bu yüzden idda etmiştir. Terazi, merakını yitirince hüzünlenir. Hüzünlü bir burçtur zaten, Jacques A. Bertrand’ın yazdığı burç kitabı da bu adı taşır: Terazi’nin Hüznü ve Diğer Burçlar. Düzeltiyorum, Terazi’nin Hüzünlü Salınması ve Diğer Burçlar. Terazi’yi hep düzeltmek gerekir çünkü kendi hakkında sık sık yanılır. Kendini samimiyetle Don Kişot sanan bir yeldeğirmenidir. Cervantes bir Terazi olduğu için yeldeğirmenlerini değil, Don Kişot’u başkişi seçmişti. 

Bir Terazi salınması ise şöyle bir şeydir: Akşam yemeğe çıkmak mı? Sinemaya gitmek mi? Evde oturmak mı? Evde oturmak diyelim, pembe çoraplarını giyip televizyon mu seyretmek, siyah kazak giyip yemek mi yapmak? İkinci şıkkı kabul etmiş bir Terazi’yi yeni bir sorun bekliyordur, mavi dantelli don giyip salata mı doğramak, saçını topuz yapıp dolma mı sarmak? Terazi için hayat bitip tükenmez bir karar vermek gerekliliğidir. Sanmayın ki bu kararları vermeye çalışırken Terazi gerçekten ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyordur. Hayır, Terazi hayatın kendine sunduğu bunca seçenek ve fırsat arasından hangisini seçmesi gerektiğini, diğerlerini geri çevirirken hangi fırsatları kaçırmakta olduğunu –hüzünlenerek– anlamaya çalışıyordur. Terazi fırsatçıdır, enerjisinin çoğunluğunu doğru zamanda doğru yerde olmaya harcar. Davet edilmese de dahil olmanın bir yolunu bulur, dayatır. Gandi zayıf bir adamın kazanın, güçlü ama şiddet kullanmayan bir adamın ise kararlılığın ürünü olduğunu söylerken buna yakın bir şeylerden söz ediyordu. Nietzsche ise akıldışı olanın, şeylerin varoluşuyla değil, oluş biçimiyle ilgili olduğunu söylerken, var olanları işine gelecek şekle sokmaya çalıştığından söz ediyordu.

Terazi güzel ve şık şeylere düşkündür. Bazen bunu abartır. Daha doğrusu bazı Teraziler bunu abartır. Öylesine abartırlar ki, saraydan çırağ edilmiş herhangi bir hanımın hizmetinde bulunmuş büyük teyzesini size hanedan soyundan bir deli saraylı diye ballandıra ballandıra anlatabilir. Yalan söylemiyordur, kendinden şık bir tablo yaratmaya çalışıyordur. Bu uğurda Wilde’ın dediği gibi dehasını hayata, yeteneğini sanatına koyar ama bazen sınıf atlamak ve sosyeteye dahil olmak uğruna onca iyi kitaba rağmen güldürü objesine dönüşmüş bir Truman Capote olup çıkar. Diğer Teraziler de başka şeyleri abartır. Mesela projeleri. Sözgelimi İlhami Algör her dem yeni bir proje peşinde koşmayı öylesine abartır ki, üçüncü kitabı bir türlü okurlara ulaşamaz. Ona sorarsanız “Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku”dur. Hoop, Müzeyyen Hanım duydunuz mu? Ama duymasanız da önemli değil, nasıl olsa İlhami Bey bu arada albayına başvurup, “Albayım Beni Muazzez ile Evlendirsene” diye rica etmiştir bile.

Eugene O’Neill insanların hayatının aynalarla kaplı bir yalnızlık hücresi olduğunu söylemişti. En azından Terazi’ninki böyledir, Terazi kendini sever, aynalarla barışıktır. Bunun için diğer burçlar genellikle kendi burçlarından olmayan birileriyle beraber olmayı tercih ederken, Terazi-Terazi çiftlemelerine sık rastlanır. En ünlü örneklerden biri Hannah Arendt-Martin Heidegger çiftidir. Gerekirse birbirlerine ayna olurlar, daha da çok gözükürler. Zaten Terazi gözükmeyi de sever; ama açıkça söylemez, “İstemem yan cebime koy” gibilerindendir hali. Katherine Mansfield önce bir yazar, sonra bir kadın olduğunu söylerdi, yani doğrudan “Yazarım,” demezdi, kadın olduğunu da araya sıkıştırırdı. Zaten cinsellik de Terazi için önemli şeylerden biridir, Aragon işi iyice abartıp –o da bunu abartmıştı– cinsel sapkınlıklar içinde bilimsel biçimde sistematize edilenin bir tek din olduğunu yazmıştı.

Ama bunlar gözünüzü korkutmasın, Terazi abartırken de, salınırken de pek zariftir. Mesela Leyla İpekçi en zarif yazarlarımızdan biridir. Ayrıca kim inkâr edebilir Italo Calvino’nun metinlerinin zerafetini? Calvino, bir yazarın tüm yazdıklarının tek bir cümleye tamamlandığını savunurdu. Faulkner ise bizi mükemmellik düşlerimizde çuvalladığımız konusunda uyarmıştır. Bunu özellikle Terazilerin dikkate alması gerekir tabii; çünkü bu konuyu en çok kurcalayanlar onlardır. Ayrıca, çoğunlukla da herhangi bir şeyde çuvalladıklarında bile o hafif mi hafif hallerinden vazgeçmezler. Böyledir işte Teraziler; ama Akrepler bizi ciddiyete de derinliğe de bol bol doyurur.

***

Terazi yazarları
F. Scott Fitzgerald / T.S. Eliot / Graham Greene / Jacques A. Bertrand / Miguel de Cervantes / Friedrich Nietzche / Oscar Wilde / Truman Capote / İlhami Algör / Eugene O’Neill / Hannah Arendt / Martin Heidegger / Katherine Mansfield / Louis Aragon / Leyla İpekçi / Italo Calvino

(Görsel, astrolog Guido Bonatti‘den, 1277 civarı yapıldığı tahmin edilen bir gravür. Diğer burçlar için bkz. BaşakAslanYengeçİkizlerBoğaKoçBalıkKovaOğlak.)


Filed under: Edebiyat, Kitaplar, Yazarlar Tagged: astroloji, burçlar, burçlar ve yazarlar, deneme, eugene o'neill, f. scott fitzgerald, friedrich nietzsche, graham greene, hannah arendt, ilhami algör, italo calvino, jacques a. bertrand, katherine mansfield, leyla ipekçi, louis aragon, martin heidegger, miguel de cervantes, oscar wilde, sırma köksal, terazi, truman capote, ts eliot

Gitar çalarak toplum hayatını öğrenmek

$
0
0

Rock müziğinin iyi amaçlara hizmet edebileceği ya da etmesi gerektiği konusunda U2 solisti Bono oldukça aktif çalışmıştı. Güney yarı küredeki fakir ülkelerin borçlarının silinmesi kampanyası, dünya politikacıları üzerinde bir baskı yaratmış ve kısmi sonuçlar elde etmiş olsa da, kalıcı bir etki oluşturduğunu söylemek olası değil. Bono gibi zengin ve meşhur değilseniz, müziğinizle ses getirecek, dünyaya faydalı işler çıkartmak kolay olmayabilir. Ama en azından bu müziğin köklerinde bulunan muhalif sesi kaybetmemek gerek.

Pete Seeger veya Woody Guthrie gibi egemenleri ve çarpıklıkları kıyasıya eleştiren müzisyenler, kendilerinden sonra kısmen politik tavır sergileyen Bob Dylan, Bruce Springsteen, The Clash, Dead Kennedys gibilerine de hem ilham vermiş hem de bir temel oluşturmuştu. Billy Bragg de, doğu Londra’dan 80’lerde çıkıp bu isimler arasına girmiş müzisyenlerden biriydi.

Bragg, Clash solisti Joe Strummer’ın 2002 yılındaki ölümü sonrasında, sayısız kez Strummer anma törenlerine davet edilmiş ve kendisinden Clash şarkıları çalması istenmiş. Bragg, müzikal olarak sıkıcı bu talebi genelde nazikçe geri çevirmiş ama Strummer’ın ruhunu ihya etmek için ne yapabileceğine kafa yormaya başlamış. Çok geçmeden bir tesadüf sonucu ne yapacağını bulmuş. Oturduğu mahalleden komşusu bir cezaevi çalışanı, Bragg’e kullanmadığı fazla bir gitarı olup olmadığını sormuş. Bazı mahkûmların hücrelerinde gitar çalmayı öğrenmeye çalıştıklarını ama tek bir gitarları olduğu için sorun çıktığını öğrenmiş.

Bragg, birlikte müzik yapmanın, bunu başkalarına dinletmenin ve sonrasında alkış almanın, terapi benzeri bir etki yarattığını öğrenmiş. Zira alkış ve takdir, diğer insanlar tarafından tanınmayı ve kabul edilmeyi göstermekteymiş. Böylece mahkûmların toplumla bütünleşmesine de yardım edebileceğini öğrenince, Bragg etrafından 400 tane gitar toplamış.

Strummer’la bağlantıyı ise, bu girişiminin adını “Jail Guitar Doors” adlı eski bir Clash şarkısından alarak yapmış. Kısa süre sonra girişim gitarist Wayne Kramer’ın çabasıyla Amerika kıtasına da sıçramış. Kendisi de eski bir mahkûm ve eski bir uyuşturucu bağımlısı olan Kramer, bugün genç insanların rehabilitasyonu için canla başla çabalamakta. ABD’de müzisyenlerin cezaevleriyle ilişki kurmaları, zaman zaman cezaevlerini ziyaret edip konser vermeleri oldukça yaygın bir gelenek. Ancak bu girişimde Kramer ve Bragg, konser düzenlemiyor, insanları gitar çalmaya teşvik ediyor ve gitar dersleri almalarını sağlıyorlar.

Tabii dünyanın her yerinde, bu gibi girişimlere olumsuz tepki gösterecek birileri çıkmakta. 2013 sonbaharında İngiltere’deki muhafazakâr liberal hükümet, mahkûmlara sunulan bazı imtiyaz, hibe ve haklarda kısıtlamaya gitti. Kısıtlananlar arasında kitap ve güvenlik sebepleriyle metal telli çalgıların da olması, Bragg’in çabalarına bir darbe oldu. Bragg’in Guardian gazetesine David Gilmour, Johnny Marr, Radiohead üyeleri ve pek çok diğer müzisyeni de alarak verdiği ilanda bu yasak sertçe eleştirildi. Hatta eleştiriye bazı cezaevlerinin müdürleri de katıldı.

Demokrasinin işediği ülkelerde, bu gibi protestolar ciddiye alındığı için, yükselen bu tepkiler üzerine yasak kaldırıldı. Bragg bu zaferden oldukça mutlu:

Bu insanların sadece küçük bir kısmı ömür boyu hapiste kalacak. Büyük kısmı cezalarını tamamladıklarında aramıza karışacak. Onları suça iten nedenlerin tekrar oluşmasına izin vermemek, onları desteklemek ve hayatlarını yola sokmalarına yardım etmek, hem bizler için de iyi hem de hepimiz için bir görev.

Darısı bizim mahkûmların başına.


Filed under: Müzik Tagged: billy bragg, gitar, hapishane, hukuk, mahkûmlar, rehabilitasyon

Lovecraft’ten “garip”öyküler yazmak isteyenler için 5 kural

$
0
0
H. P. Lovecraft

Michael Daye çalışması. Daha fazla bilgi için resmin üstüne tıklayınız.

Korku edebiyatının önde gelen isimlerinden biri olan H.P. Lovecraft, kendi eserlerini tanımlamak için, 19. yüzyılda kullanılmaya başlanan “garip kurgu” terimini tercih ediyordu. Lovecraft, korku öykülerinin yanı sıra, korku edebiyatı ve garip kurgu üzerine de denemeler vermiş bir yazar. Merak edenler bunların iki örneğine, 1927 tarihli “Supernatural Horror in Literature” (Edebiyatta doğaüstü korku) ile 1937 tarihli “Notes on Writing Weird Fiction”a (Garip kurgu yazmak üzerine notlar) göz atabilir.

Bu ikinci denemede, Lovecraft garip kurgunun “özel, belki de dar” bir alan olduğunu söylüyor, “korku ile bilinmeyen ya da garip olan arasında her zaman bir bağ bulunan” ve “insanın en derin, en güçlü hissi olan korku öğesini sık sık vurgulayan” bir alan. Ama Lovecraft’in kendini bu alanda “naçiz bir amatör” olarak tanımlaması, korku ya da garip kurgu yazarı adaylarının gözünü korkutmasın; zira üstat, öyküleri yakından incelendiğinde ortaya çıktığı söylenebilecek şu beş kuralla, garip kurgu yazmak isteyenlere yol gösteriyor.

  1. Olayların özetini çıkarır ya da planını yaparken anlatım sıralarını değil, meydana gelme sıralarını gözetin. Tüm önemli noktaları kapsayacak ve tasarlanan tüm olayların gerçekleşmesini sağlayacak kadar geniş bir tanım yazın. Bu geçici çerçeveye bazen ayrıntıların, yorumların ve tahmini sonuçların da dahil olması gerekebilir.
  1. Olayların ikinci kere özetini çıkarın, bu sefer (meydana gelme sıralarını değil) anlatım sıralarına göre; bu, dolu dolu, ayrıntılı ve değişen bakış açısına, vurgulara ve öykünün doruk noktasına dair notlar içeren bir özet olsun. Öykünün dram gücünde ve genel etkisinde bir farklılık yaratacaksa, özgün özette değişiklikler yapın. Olayları istediğiniz gibi ekleyip çıkarın; sonuç, başta tasarladığınızdan bambaşka bir öykü bile çıksa, özgün fikrinize asla körü körüne bağlı kalmayın. Öykünün oluşum sürecinde tüm gerekli eklemeleri ve değişiklikleri yapın.
  1. İkinci ya da anlatım sırasını gözeten özeti kullanarak öyküyü yazın, hızla, akıcı bir şekilde ve fazla eleştirel gözle bakmadan. Gelişim sürecinin gerektirdiği yerlerde olayları ya da kurguyu değiştirin, asla bir önceki tasarınıza bağlı kalmak zorunda hissetmeyin. Öykünün ilerleyişinde dramatik bir etki yaratma ya da canlı bir öykü anlatımı sunma fırsatı doğarsa, faydalı görünen tüm eklemeleri yapın; ardından geri dönüp öykünün başını yeni tasarıya göre düzenleyin. Gerekirse ya da isterseniz bütün bölümler ekleyip çıkarabilir, en doğru düzenlemeyi bulana dek yeni başlangıçlar ve sonuçlar deneyebilirsiniz. Ama öykü boyunca geçen tüm göndermelerin, son tasarınıza uyum sağladığından emin olun. Tüm gereksiz şeyleri –kelimeleri, cümleleri, paragrafları ya da tüm bölümleri ve öğeleri– atın ve tüm göndermelerin birbirine uyum sağlaması için her zamaki tedbirleri alın.
  1. Tüm metni gözden geçirin, özellikle de şunlara dikkat edin: kelime tercihlerine, sözdizimine, dilin ritmine, bölümleri dengelemeye, tonun inceliklerine, geçişlerin (sahneden sahneye, yavaş ve ayrıntılı eylemden hızlı, üstünkörü ve zamana yayılan eyleme ve tam tersi, vs. vs. vs.) zerafetine ve inandırıcılığına, başlangıcın, sonun, vb. etkinliğine, dramatik bir şekilde merak uyandırmaya, inanınırlığa ve havaya ve çeşitli başka öğelere.
  1. Düzgünce daktilo edilmiş bir kopya hazırlayın; gerekli yerlerde son düzeltileri yapmaktan çekinmeyin.

Edebiyatın en çok (polisiyeden bile çok) göz ardı edilen, Poe ve Lovecraft gibi yazarların varlığına rağmen gerçek edebiyat olup olmadığı tartışmaya bile layık görülmeyen türü, korku hakkında yazılanların genel olarak tüm edebi eserler için geçerli olması manidar… (Open Culture aracılığıyla.)


Filed under: Edebiyat, Kitaplar, Yazarlar Tagged: garip kurgu, hp lovecraft, kurallar, listeler, yazarlık

Terk edilmiş bir akıl hastanesinde peydahlanan gölgeler

$
0
0

lead_large

Brezilyalı sanatçı Herbert Baglione‘nin “1000 Gölge” adlı çalışması kapsamında, İtalya, Parma’daki terk edilmiş bir akıl hastanesinde hayaletler peydahlanmış bulunuyor. Sandalyelerin, masaların ayaklarından çıkarak yerlere, duvarlara uzayan gölgeler, ıssız binanın eski sakinlerinden arta kalan ruhları andırıyor.

Aklımıza da ister istemez American Horror Story‘nin ikinci sezonu, “Asylum” geliyor.

Terk edilmiş akıl hastanesinin gölgeleri aşağıda. Baglione’nin diğer çalışmaları için Facebook sayfasını ziyaret edebilirsiniz. (City Lab aracılığıyla.)

 

abandoned psychiatric mental hospital parma italy herbert 1000 shadows CHAIR2

abandoned psychiatric mental hospital parma italy herbert 1000 shadows CHAIR3

abandoned psychiatric mental hospital parma italy herbert 1000 shadows CREEPSTER

abandoned psychiatric mental hospital parma italy herbert 1000 shadows FLOOR

abandoned psychiatric mental hospital parma italy herbert 1000 shadows SHADOW

abandoned psychiatric mental hospital parma italy herbert 1000 shadows CALIG

 


Filed under: Görsel Sanatlar, Sanat Tagged: 1000 gölge, akıl hastanesi, gölgeler, herbert baglione

Burçlar ve yazarlar: Akrep

$
0
0

Sırma Köksal’ın 2003’te Radikal Kitap’ta yayımlanan, burçlar üzerinden yazarları inceleyen yazı dizisini, yazarın da izniyle bu yıl Koltukname’de paylaşacağız. Aradan geçen 10 yıldan sonra okurlarca yeniden keşfedilmesi ve sizleri de bizleri ettiği kadar mutlu etmesi ümidiyle.

Akrep “İdeal”i Sever

Bonatti-ScorpioAkrep derin suların gamlı yolcusudur. Hep daha derine inmeye çalışır, indikçe iner, inmenin sonu yoktur, çıkmaya çalışır, o zaman tehlikeli olur. Akrep’in kuyruğu vardır, derinlerde kuyruk uyur, sakin durur, yüzeye yaklaşınca harekete geçer. Yüzey Akrep için tehlikelerle dolu bir yerdir, Akrep’in kuyruğu da yüzeydekiler için tehlike arz eder. Astrolojinin en doğru mitolojilerinden biri Akrep’in soktuğudur. Akrep sokar! Kötü niyetinden değil, iyi niyetinden de değil, yapısı gereği. Akrep kendini tehlikede hisseder, savunmaya geçer, savunması saldırıdır, bir tür savaş! Ancak Akrep bu konuda dürüstlükten yanadır. Ezra Pound’un sorunu savaşın kendisiyle değildi, modern savaşın koşullarıylaydı, modern savaşın kimseye doğru insanı öldürme şansı tanımadığından yakınıyordu. Yani öldürmeye değil, yanlış insanı öldürmeye karşıydı.

Akrep zaten toplu yapılan şeyleri de pek sevmez, tekil işlerin insanıdır, keşiş ruhludur. İnzivaya çekildiği yer ise kendi düş dünyasıdır. En azından John Keats bu fikirdeydi. Bir Akrep’in düş dünyasında ise geçmişin derin ve engin izleri vardır. Dostoyevski okulda hepimize birçok şey öğretildiğini ama gerçek eğitimin belki de çocukluğa ilişkin güzel ve kutsal bir anıdan öte bir şey olmadığını söylerdi. Aynı Dostoyevski, insanlığa olan sevgisi arttıkça insanlardan uzaklaştığını da söylerdi. Bu da tam Akrep’lik bir şeydi, idealleri gerçeklerden çok sevmek. Ama zaten Schiller de tüm dünyanın tanrının bir fikri olduğuna hükmetmişti.

Bazı Akrepler ise fikirleri değil, düşleri sever, Sylvia Plath “Mantıktan kaçış yok mudur?” diye sormuştu acı acı. Ama Akrep sadece düşünüp kurmaz, eyleme de geçer. Tekil eylemlerinde intihar ona uzak değildir. Sylvia Plath gibi, çevirmen ve şair Hür Yumer de intihar etmişti. Ama Akrep başkalarına karşı da eyleme geçer. Burada da dürüstlükten yanadır. Kalbinizi en kıracak bir gerçeği, artık hiç bilmek istemediğiniz bir zamanda, yaklaşık olarak olayın üstünden on sene geçtikten sonra açıklayıverir. Sizi uyarıyordur. On yıl önce olsa gerçekten uyarı yerine geçebilecek şeyi, artık geri dönüşsüz bir acı anıya dönüştükten sonra söyleyivermesi onun açıksözlülük anlayışının bir parçasıdır. Sabırlı ve hafızası güçlü bir insandır, başınıza gelebilecek her şeyin gelmesini bekler, izler, sonra dersinizi hiç unutmamanıza yardımcı olur. Bu dersi de hiç unutmaz, Akrep’i defterden silersiniz.

Akrep’le yapılacak en iyi şeylerden biri budur çünkü Akrep sizi çok sevdiğinde de başkalarından çok nefret etmeye devam eder. Ama Akrep hep çelişkili duygularla doludur zaten, Camus, her isyanın bir masumiyet özlemi taşıdığını söylerdi. Akrep de böyledir, birisini ya da bir şeyi çok sevdiği için diğerlerinden nefret eder. Sevgide de çoğulcu değildir. Hele iyimser hiç değildir. Bu nedenle de karamsar bir mizah anlayışı vardır. Ama hakkını yememek gerek, karamsar maramsar, gerçek bir mizah duygusu vardır. Nazif Topçuoğlu’nun fotoğrafları ve fotoğraf üzerine yazdığı kitapları da kural tanımaz bir kara mizahın izlerini taşır.

Akrep her zaman da mizahi değildir. Türkiye Cumhuriyeti de Akrep’in etkisindedir ve pek az şeyi mizahla geçiştirilebilir gibidir. O halleri bu halleri falan gülünecek gibi değildir ama Akrep’varidir, derindir, sakıncalıdır. Bu nedenle bir bileni de, yılmayanı da hep Akrep’tir.

Bununla birlikte Akrep genellikle kolay yılan biri değildir. Zaten kafasına takılanlar da yılgınlık kaldıracak konular değildir, derin ve bilinmezlerle doludur. Akrep bilinmezlere şekil verir, bunu da binlerce yıllığına insanlığa miras bırakır. Aziz Augustus, Hıristiyanlığın dünya görüşünü oluşturan düşünürlerden biriydi. İlk günahın tüm suçunu kadınlara yüklemişti, onları şeytanın yardımcısı durumuna sokmuştu ama ömrünün çok uzun bir döneminde kadınlarla keyfettikten sonra. Oysa tanrıya yakarırken, inzivaya çekilecek kudret dilemiş ama bunu mümkünse ileriki yaşları için sipariş etmişti.

Akrep hesapçı olduğu gibi nankördür de, yaşadıklarından derin bir pişmanlık duyduğunda faturayı karşı tarafa keser. Zaten Akrep her şeyden derin bir şeyler duyar. Tek sorun hep derinde kalmayıp insan içine karışma merakının da olmasıdır. İnsanlarla sorunu da orada başlar. Oysa esas sorun insanın Akreple olan durumudur. İstediğinde çok cazip olabilen bu insanla nasıl başedebileceğini bilememek. En kolay çözüm yazdıklarını okuyup kendilerinden uzak durmaktır. Yanlarında bulunduğunuzda da dediklerini ciddiye alın. Hafife alınmaya hiç gelemezler. Murphy yasalarını hatırlayın: “Karanlık bir tünelin içindeki ışık üstünüze gelen bir trenin lambası olabilir.” Güleryüzlü bir Akrep de aslında dişlerini gıcırdatan bir ejderha olabilir.

Ama eğer Akrep’in karamsarlığından sonra Yay şahane olur sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Yay’ın iyimserliği Akrep’in karamsarlığından bile daha yorucu olabilir ama en azından dışa dönük ve tehlikesizdir.

***

Akrep yazarları
Ezra Pound / John Keats / Fyodor Dostoyevski / Friedrich Schiller / Sylvia Plath / Albert Camus / Hür Yumer / Nazif Topçuoğlu

(Görsel, astrolog Guido Bonatti‘den, 1277 civarı yapıldığı tahmin edilen bir gravür. Diğer burçlar için bkz. TeraziBaşakAslanYengeçİkizlerBoğaKoçBalıkKovaOğlak.)


Filed under: Edebiyat, Kitaplar, Yazarlar Tagged: akrep, albert camus, astroloji, burçlar, burçlar ve yazarlar, deneme, ezra pound, friedrich schiller, fyodor dostoyevski, hür yumer, john keats, nazif topçuoğlu, sylvia plath, sırma köksal

Yüzümün orta yeri

$
0
0

Fotoğrafçı Eray Eren, “Asimetri” adlı çalışmasında, insan yüzünün, evet, bildiniz, asimetrikliğini olmadığını ortaya çıkarıyor. Eren, önden çekilmiş portrelerde yüzü ortadan bölüp sağ ve sol tarafın ayna görüntüsüyle birleştiriyor ve ortaya kimi zamanlar son derece normal kimi zamanlar hafif bir tuhaflık varmış gibi kimi zamanlarsa hepten imkânsız görünen yüzler çıkıyor. Tabii insan hemen kendinin böyle bir çalışmada nasıl görüneceğini merak ediyor.

“Asimetri”, aşağıda. Sanatçının diğer işleri için Tumblr sitesini ziyaret edebilirsiniz. (Onedio aracılığıyla.)

52fef5ca391b86276200002a

52fef5ca391b86276200002b

52fef5ca391b86276200002c

52fef5ca391b86276200002d

52fef5ca391b86276200002e

52fef5ca391b86276200002f

52fef5ca391b862762000021

52fef5ca391b862762000022

52fef5ca391b862762000023

52fef5ca391b862762000024

52fef5ca391b862762000025

52fef5ca391b862762000026

52fef5ca391b862762000027

52fef5ca391b862762000028

52fef5ca391b862762000029

52fef5ca391b862762000030

52fef5ca391b862762000031

52fef5ca391b862762000032

52fef5ca391b862762000033

52fef5ca391b862762000034


Filed under: Görsel Sanatlar, Sanat Tagged: eray eren, fotoğraf, yüz

Gorki’den Çehov’a: “Dehanızın önünde kendimden geçerek titredim”

$
0
0
Çehov ve Gorki, Yalta'da (yaklaşık 1900).

Çehov ve Gorki, Yalta’da (yaklaşık 1900).

Rus edebiyatının iki büyük isminin, Maksim Gorki ile Anton Çehov‘un mektuplaşmalarının derlendiği Yazışmalar, inci gibi bir kitap. Z. Zühre İlkgelen’in çevirdiği mektuplar, ikilinin kendilerini ve eserlerini nasıl gördüklerine, hayata ve diğer insanlara bakışlarına ve edebiyat algılarına ışık tutuyor. Gorki’nin şehir nefretinden Çehov’un Yalta’daki evinin inşaasına, Çehov’un yazarlığa dair görüşlerinden Gorki’nin üstada duyduğu hayranlığa, ikiliyle ilgili birçok şey öğreniyor, dostluklarına tanık oluyoruz bu kitapta.

Aşağıdaki mektupta, Vanya Dayı‘yı seyreden Gorki, Çehov’un dehası karşısında nasıl duygulandığını anlatıyor. “Çok rica ederim, bu vuruşlarla nasıl bir çiviyi çakmak niyetindesiniz? Bunlarla insanı mı dirilteceksiniz?” diye soruyor üstada. Vanya Dayı‘nın harikuladeliği daha güzel ifade edilemezdi herhalde.

Çehov’un tüm oyunlarına ve tüm öykülerine, Mehmet Özgül’ün bir o kadar harikulade çevirisiyle Everest Yayınları’ndan ulaşabilirsiniz. Gorki’nin büyük büyük külliyatı henüz Türkçede tam yayımlanmış değil ama belli başlı eserlerine İş Bankası, Can Yayınları ile Mitos Boyut‘tan ulaşılabilir. Mektubun alındığı Yazışmalar ise ne yazık ki ancak sahaflarda bulunabiliyor.

***

Nijni – Novgorod, 1898 Kasım ayının ikinci yarısı

Azizim Anton Pavloviç,

… Birkaç gün önce Vanya Dayı’yı gördüm; gördüm ve kadınlar gibi ağladım… Kahramanlara bakarken, sanki, kör bir testere kalbime giriyor, kalbim testerenin dişlerinin altında büzülüyor, inliyor, parçalanıyor gibi geliyordu. Benim için, bu Vanya Dayı harikulade bir şey, yepyeni bir tiyatro buluşu; bir çekiç, kaldırıp seyircinin boş kafasına indirdiğiniz bir çekiç…

Vanya’nın son perdesinde, uzun bir susuştan sonra, doktor Afrika’nın sıcağından bahsederken dehanızın önünde kendimden geçerek titredim, dehanızın önünde kendimden geçerek, insanlığın, kendi renksiz ve düşkün varlığımızın önünde de ürküntü duyarak titredim. Orada nasıl şiddetle kalbe vuruyorsunuz ve ne isabetle vuruyorsunuz. Çok büyük bir kabiliyetiniz var. Çok rica ederim, bu vuruşlarla nasıl bir çiviyi çakmak niyetindesiniz? Bunlarla insanı mı dirilteceksiniz? Bizler acınacak varlıklarız, gerçekten, sıkıcı kimseleriz. Mızmız, hırçın kimseler… Bir şeye yaramaz varlıklar olan bizleri, bu et yığıntılarını sevebilmek, acıyabilmek, yaşamlarına yardım edebilmek için bir fazilet garibesi olmak gerek; ama yine de insanlara acınıyor. Faziletli bir adam olmaktan çok uzak bulunan en bile Vanya’ya, piyesin öteki kişileriyle birlikte Vanya’ya bakıp hıçkırıyordum; ağlamak aptalca bir şey, ağladığını söylemek daha da aptalca bir şey ama ne yapayım. Bakın, bana öyle geldi ki, sanki bu piyeste insanları şeytanın soğukluğuyla ele alıyorsunuz. Kar nasıl kayıtsızsa, fırtına nasıl kayıtsızsa, siz de öyle kayıtsızsınız…

Ters bir şey söyledimse bana kızmayın. Ben kaba saba bir köylüyüm. İyileşmez bir de hasta ruhum vardır. Zaten düşünen adam ruhu da hep öyle olmalıdır ya.

Gözlerinizden öper, sağlık ve çalışma isteği dilerim. Sizi ne kadar överlerse övsünler, yeteri kadar değerinizi bilemiyorlar ve bana öyle geliyor ki, sizi yanlış anlıyorlar.

A. Peşkov


Filed under: Edebiyat, Kitaplar, Yazarlar Tagged: anton çehov, maksim gorki, mektup, z. zühre ilkgelen

David Lynch’ten Louboutin kırmızısı reklam filmi

$
0
0

christian-louboutin-nail-polish_240x340_57İlk ayakkabısının altını ojeyle boyadıktan sonra kırmızı tabanlı ayakkabılarıyla bir efsaneye dönüşen Christian Louboutin, şimdi geriye dönük bir yol izleyerek kendi kırmızı (ve tabii başka renk) ojesini üretiyor. Şişesi de uzun bir topuğu andıran ojenin tanesinin 50 dolar olduğunu belirtiyor, yorumları size bırakıyoruz…

Ayakkabılar efsane, ojenin kırmızısı efsane; reklam filmini çekecek ismin de bir o kadar efsane olması gerektiği düşünülmüş olsa gerek ki David Lynch‘e başvurulmuş. Louboutin’le daha önce “Fetiş” adlı projede (DİKKAT, işyerinde açmaya uygun değildir vs.) Lynch’in kendine has reklam filmini aşağıda izleyebilirsiniz.

Bu, Lynch’in moda evleriyle ilk ortak çalışması değil. Lynch, başka markalara çektiği reklam filmlerinin yanı sıra 2011′de Dior için Marion Cotillard’ın oynadığı, Lady Blue Shangai adında bir kısa film çekmişti. (Spell Saab aracılığıyla.)

 


Filed under: Giyim Kültürü, Sinema, Yönetmenler Tagged: ayakkabılar, christian louboutin, david lynch, oje, reklam

Haftanın Eğlencesi: Doğayla etkileşime giren sokak sanatı

$
0
0

Sokak sanatı, içinde bulunduğu alanı (duvarı, yeri, pencere kapıyı) gözettiği zaman, halihazırda olduğundan çok daha yaratıcı bir mecraya dönüşebiliyor. Bunun örneklerini daha önce P183‘ün ve Slinkachu‘nun işlerinde de görmüştük. Bugün, belli bir sanatçının değil, belli bir konu hakkında çalışmalara yer vereceğiz: doğayla etkileşime giren sokak sanatı eserleri. Çoğunlukla duvarlarda, bazen de yerlerde, şehirde bulunabilecek üç beş yaprakla, bir ağaçla, sarmaşıkla, çiçekle bütünleşen küçüklü büyüklü çizimler. Şehri güzelleştiren, keşke gerçekte görebilsek, dedirten türden çalışmalar.

Sanırım bizim favorimiz sonuncu, sizin görüşlerinizi de yorumlara bekliyoruz. (The Meta Picture aracılığıyla.)
cool-street-art-interacts-nature

dv0nAGd

e7pJltf

eNQrsNi

 

HVTZGUP

HVTZGUP1

JLXJNI4

KDVPRtX

m7Gxq2m

oRfTYmT

TaTDvKz

We0O2MA

wtOSd6g

X5smnPm

xi1m77k

YHuHKyb

 


Filed under: Görsel Sanatlar, Sanat Tagged: doğa, sokak sanatı, şehir kültürü

Haftadan Kalanlar // 17-23 Kasım 2014

$
0
0
Kardan duvar. Kaynak: Zachary Specht.

Kardan duvar. Kaynak: Zachary Specht.

* New York eyaletinin batısı kar fırtınasıyla boğuşuyor. Interpol de, konser için Toronto’ya giderken otoyolda mahsur kalmış. Neredeyse iki gündür tur otobüslerinde kalan ve hâlâ kurtarılamayan grup, Twitter’dan fotoğraflar paylaşıyor. Karda kalan kar temizleme aracına dikkatinizi çekeriz.

American Horror Story‘nin son sezonu, Freak Show‘un senaryosundan önemli bir sayfa çalınmış. Bir oyuncunun ortalıkta bıraktığı sayfada Pepper’ın ikinci sezonda Briarcliff’e nasıl düştüğü açıklanıyormuş. Böylece Vulture‘ın teorisi doğrulanıyor: Bütün American Horror Story sezonları birbiriyle bağlantılı!

* Mermerin nasıl kesildiğini hiç merak etmiş miydiniz? Böyle güzel görüneceğini hiç tahmin eder miydiniz?

* Kemikleri 2012′de bir otoparkın altında bulunan Kral III. Richard‘ın, dokuzu kafasına olmak üzere toplam on bir darbe aldığı ortaya çıkarılmış. 500 yıllık iskeletin üstünde yapılan çalışmalar III. Richard’ın ölümünü ayrıntısıyla ortaya koyuyor.

* Eklemlerin hareketlerini merak edenlere geliyor: Hareketli röntgenler.


Filed under: Haftadan Kalanlar Tagged: 47. hafta

Burçlar ve yazarlar: Yay

$
0
0

Sırma Köksal’ın 2003’te Radikal Kitap’ta yayımlanan, burçlar üzerinden yazarları inceleyen yazı dizisini, yazarın da izniyle bu yıl Koltukname’de paylaşacağız. Aradan geçen 10 yıldan sonra okurlarca yeniden keşfedilmesi ve sizleri de bizleri ettiği kadar mutlu etmesi ümidiyle.

Dünyayı Yola Getirmek İsteyen Yay

Bonatti-Sagittarius_c1300Spinoza’ya göre insan sosyal bir hayvandır. Zodyak’ın hayvanlarla temsil edilmeyen nadir burçlarından biri olan Yay ise sosyal bir insandır. Yay dışadönüktür, Yay insan canlısıdır, Yay meraklıdır, Yay konuşkandır. Yay konuşur, konuşmaktan çok tartışır. John Milton’ın her şeyden çok değer verdiği hakları, öğrenme, konuşma ve özgürce tartışma haklarıydı. Yay bu hakları ister, elde eder ve kullanır. Durumun nezaketi için sizin susmanız daha hayırlıdır. Aksi takdirde hır çıkar. Yay hır çıkartmaktan çekinen biri değildir. Jean Genet de Yay’dı, hayatı boyunca hır çıkartıp durmuştu. Ama Yay kasten hır çıkartmaz, dünyayı doğru yola getirmeye çalışırken Yay’ın gıyabında hır çıkar, bazen da kabak Yay’ın başına patlar. Nâzım Hikmet de, Kemal Tahir de, Aziz Nesin de Yay’dır doğal olarak. Başka şey olsalardı ihtimal ki durum da başka olurdu. Mark Twain, “Önce doğrularınızı belirleyin, sonra keyfinize göre eğip bükebilirsiniz,” demişti ama bir Yay doğru inandıklarını kolay kolay değiştirmez, sözünden dönmez, gemileri yakmaktan çekinmez. Tuhaf bir insan, pardon kadın, yani Tuhaf Bir Kadın‘ın yazarı Leylâ Erbil’dir.

Aslında Yay’lar iyi niyetlidir. Bütün istedikleri insanların iyi, güzel, mutlu olmalarıdır. Ama bu safiyetlerinden ve iyi niyetlerinden kendileri bile şüpheye düşerler zaman zaman. Jonathan Swift, en olumlu insanların en safdiller olduklarından emindi. Yay’ın da böyle safdil bir yanı vardır. Sevmek, sevilmek, güvenmek isterler, güvenleri kırıldığında çok mutsuz olurlar. George Eliot’a göre en büyük yalnızlık insanın güveninin boşa çıkmasıydı. Yalnızlığın ufağı bile bir Yay için felakettir ama Yay inatla yalnız kalmayı becerdiğini iddia eder. Çocukça inatlarından biri de budur. Oysa yalnız bir Yay huysuz ihtiyara döner, etrafına eza eder.

Yay basmakalıp olan her şeyden nefret eder. Kuralları kurcalamaktan, durumları sarsalamaktan, gözünü budaktan sakınmaz. Sık sık pot kırar ama zarifçe özür dileyip bildiğini okumaya devam eder. André Gide Immoralist‘i yazıp kıyametler kopmasına yol açmış, Saki ise küçük bir hatanın birçok açıklamayı bertaraf edeceğini söylemiş, Ionesco ise banalliğin iletişim eksikliğinden kaynaklandığına olan inancını dile getirip insanların klişelerin ardına sığındığını söylemişti. İşte iletişimi kopartmamak, klişelerin ardına sığınmamak adına Yay konuşur da konuşur. Mesele banal olunmasın. Yay banallikten tiksinir. Onun için her şeyi eleştirir. Conrad eleştiriyi sözcüklerin dünyasında, kişisel dışavurumun güzel çiçeği olarak görürdü. Yay bir tek eleştirmeyi eleştirmez ama eleştirmek için eleştirir. Genellikle tatlı dilli ve matraktır. Jane Austen da Yay’dı ve İngiliz taşra soylularıyla zenginleri onun dilinden epey çile çekmişlerdi. Özel hayatında da dedikoducuydu. David Mamet berbat olduğunu düşündüğümüz bir dünyada bize dokunmayan şeylere razı geldiğimizi söylerdi. Biz buna bana dokunmayan yılan bin yaşasın, deriz. Jane Austen ise bana dokunmayan yılana ben dokunup maskara edeyim, derdi.

(Herhalde) Woody Allen da buna benzer bir yol tutmuştur kendine ve her şeyi didikleme ustasıdır. Bunu New Yorklu bir Yahudi olmakla açıklamaya çalışır ama asıl neden Yay olmasıdır. Bir Yay didiklemeden duramaz. Daha doğrusu Yay’ın yapmadan duramadığı şeylerden biri de budur. Çünkü Yay durmaktan da hoşlanmaz, genellikle bir şeyler yapar. Yay huzur vermez hatta huzur bozar ama eğlendirir de. Huzuru kaçmış bir Yay’a karşı en iyi çare onu seyahate yollamaktır. Kurtlarını ancak yolculuk ederek döker. En sakin Yay bile yolculukta pire kesilir. Yolculuğun yolu önemli değildir, dünyanın öbür ucuna da gidebilir, yan sokağa da. Hepsinde hareketli ve şevklidir. Yolda olmadığında bile yolculuk fikriyle oyalanır, Yahya Kemal gibi, katılmadığı akınlarda çocuklar gibi şen bir akıncı olarak hayal eder kendini.

Yay böyle biridir. Dağınıktır, ortalığı da dağıtır, aldırmaz çünkü iyimserdir. Onun dağıttığını toplamak Oğlak’a düşer. Bu iş böyledir, sonu yoktur, hep bir burçtan sonra diğeri gelir…

***

Yay yazarları
Spinoza / John Milton / Jean Genet / Nâzım Hikmet / Kemal Tahir / Aziz Nesin / Mark Twain / Leylâ Erbil / Jonathan Swift / George Eliot / André Gide / Saki / Eugène Ionesco / Joseph Conrad / Jane Austen / David Mamet / Woody Allen / Yahya Kemal

(Görsel, astrolog Guido Bonatti‘den, 1277 civarı yapıldığı tahmin edilen bir gravür. Diğer burçlar için bkz. AkrepTeraziBaşakAslanYengeçİkizlerBoğaKoçBalıkKovaOğlak.)


Filed under: Edebiyat, Kitaplar, Yazarlar Tagged: andré gide, astroloji, aziz nesin, burçlar, burçlar ve yazarlar, david mamet, deneme, eugène ionesco, george eliot, jane austen, jean genet, john milton, jonathan swift, joseph conrad, kemal tahir, leylâ erbil, mark twain, nâzım hikmet, saki, spinoza, sırma köksal, woody allen, yahya kemal, yay

Virginia Woolf’tan Vita Sackville-West’e: “Bana bir işaret verin, rica ediyorum sizden”

$
0
0
Roger Fry, yaklaşık 1917.

Roger Fry, yaklaşık 1917.

Kocası Leonard Woolf’la dillere destan bir aşk yaşayan Virginia Woolf‘un (eşine yazdığı veda mektubunu buradan okuyabilirsiniz) 20’lerin sonlarında doğru bir ilişkisi daha olmuştu: Vita Sackville-West‘le birlikteliği. Woolf, 30’lara kadar süren bu birliktelikten esinlenerek otobiyografik sayılabilecek romanı Orlando‘yu kaleme almıştı. Aşağıda, Woolf’un Sackville-West’e yazdığı mektuplardan birini bulabilirsiniz.

Woolf ölümünden sonra geriye dokuz roman, öykü derlemeleri ve birçok deneme bıraktı. Toplu eserlerine Türkçede İletişim Yayınları ile Kırmızı Kedi Yayınevi‘nden ulaşabilirsiniz. Yazarın hayatını merak edenlerse Anthony Curtis‘in ya da Quentin Bell‘in yazdığı biyografilere göz atabilirler. (Des Lettres aracılığıyla.)

Pazartesi [7 Eylül 1925]

Vita, sevgilim,

Bana neden yazmadığınızı gerçekten anlamıyorum; sıra bendedir belki de ama sizin mektup yazmak için bana göre daha iyi bir konumda olmanız da ayrı bir durum. Kaldığınız yerde konuşabileceğiniz iki kişi var. Benim odamdaysa tek bir köpek dışında, kitaplardan, kâğıtlardan, yastıklardan, süt bardaklarından ve yatağımdan aşağı düşmüş diz örtüleri gibi şeylerden başka bir şey yok. Tüm bunlar içimde, yanınızdaki bu iki kişinin size neler anlatmakta olduğunu bilme isteği doğuruyor ve kendimi, bana da anlatmanızı rica etmek zorunda hissediyorum… Evet, söyleyin bana kimdir misafirleriniz; onların adını daha önce işitmemiş de olabilirim, hatta bu daha da iyi olur. Sizi benim ne kadar faydalı bir insan olduğuma inandırmayı deniyorum ama bu başarmak için elimde iki ince dal ve üç saman çöpünden başka bir şey olmadığını fark ediyorum. Sizi gözümün önünde canlandırmayı tam olarak başaramıyorum; saçlar, dudaklar, ten, duruş ve hatta zaman zaman gözler ve eller ama o sırada beni bırakıp ya tenis oynamak ya toprakla uğraşmak ya da bir yerde oturup sigara tüttürerek sohbet etmek için bahçeye gittiğinizi fark ediyorum ve böylece, telaffuz ettiğiniz sözcüklerden birini bile aklıma getirmek olanaksız hale geliyor. Üzerine sayfalar ve sayfalar yazabileceğim bu durum, birbirimizi aslında ne kadar az tanıdığımızı kanıtlıyor: Yalnızca hareketler ve tavırlar ama gerçek anlamda bağlılık denebilecek, derinden ve devamlılık gösteren hiçbir şey… Fakat bana bir işaret verin, rica ediyorum sizden… “Açık sözlülük” içten gelir; ama şimdi buna bir “samimiyetsizlik hissi” çağrışımı ekleniyor; en azından, günah kaygısıyla saçına ak düşen ben, itiraf ediyorum ki, o güzel eski İngilizce sözcüklere sahip olmadıkları anlamları yüklüyorum. Fakat yine de yazın bu kara ruhlu sevgilinize.

Fransızcadan çeviren: Birsel Uzma


Filed under: Kitaplar, Yazarlar Tagged: aşk, birsel uzma, mektup, virginia woolf, vita sackville-west, yasak aşk
Viewing all 354 articles
Browse latest View live